bu sabah, haziran sıcağının altında, çiçekli müstakil evlerin arasında yürürken hiç gitmediğim ama bildiğim bir sokaktan denize doğru yürüdüğüm hissine kapıldım bir an için. oysa deniz ters istikamette ve yaklaşık on kilometre uzaktaydı. ama yürürken şunu fark ettim sevgili ibrahim. eskiden, yani bundan üç beş ay, belki bir kaç yıl önce hayalini kurduğum yerde deniz olmasa da olur, küçük bir su kütlesi de yeter diyordum. bugün anladım ki; yetmezmiş. deniz şart ibrahim. deniz şart. tuz ve yosun kokusunu duyumsamalıyım. öyle beş on kilometre uzakta da olmayacak hem. böyle çiçekli beyaz evlerin içinden, arnavut kaldırımlı dar sokakların üstünden üç beş dakikada denize çıkabilmeliyim. şimdi ama yeniden balkona çıktım. bakım için gelecek klimacıları bekliyorum. balkonla ilişkim acayip. gerçi dünün devamı gibi olacak belki ama ne yapayım, bu haziran çok sıcak ibrahim. hem çok insafsız. hani gözüpek biliminsanlarının, insan hayatının bilmem kaçta kaçının tuvalette geçiriyor diye pek lüzumlu bir araştırması var ya. işte o hesap ben de hayatımın çok büyük bir bölümünü (tuvaletten bile çok) balkonda geçiriyorum. kova kova çayın yanında okumak için yanıma bir çanta dolusu da kitap alıyorum. ne var ki okumak hayal oluyor. balkona oturduğum an yazasım geliyor. sayfalarca yazasım böyle. okuyamıyorum o yüzden. ya yazıyorum. ya etrafı izleyip hülyalara dalıyorum. şimdi misal kâh yazıyorum kâh üstümden geçen uçakların nereye gittiklerine dair tahminler yapıyorum. bazen o uçaklardan birine binip denize kıyısı olan hatta denize en yakın havaalanı olan bir ülkeye gidiyorum. dar sokaklarından, güleryüzlü insanlarının arasından yürüyüp ilk kez duyduğum melodiler eşliğinde deniz kenarına iniyorum. ayaklarımı denize sokup geri dönüyorum.
inanmadın değil mi?
yazarken ben de inanmadım zaten ibrahim.
öyle bir fırsatı bulsam döner miyim hiç?
dönmem elbet.
dönmem elbet.
ama işte fırsatlar her zaman insanın ayağına kendi gelmez. ekseriyette insanoğlu fırsatları kendi yaratır. bunun için cesur ve kararlı olmak gerekir sanırım. ya da biraz geniş. bilemiyorum. ben olamadım. o yüzden şimdi balkonumda esecek bir tutam rüzgara olmayan bütün kripto para servetimi vermeye hazırım. hem dünya yalan değil mi zaten?
ha bunun dışında, daha başka ne anlatabilirim bilmiyorum. ülke gündeminden kaçmak için kendimi kasıyorum çünkü. haber dinlememeye, memleket kurtarma gibi günlük muhabbetlere girmiyorum. çünkü benim ümidim kalmadı artık. hiç kalmadı. oyalanıyorum sadece. işe gidiyorum. eve dönüyorum. balkonu her cumartesi pazar iki kez yıkıyorum. pırıl pırıl yapıyorum. sonra yavşak kuşun teki gelip sıçıp batırıyor. öyle olunca canım sıkılıyor. ülke gündemine dalacak gibi oluyorum. zor kaçıyorum. ama oradan kaçarken bu kez sevdanın sisli ve puslu yollarına düşüyorum. bir özlem bastırıyor ki sorma. hasretler, keşkeler, iyikiler arasında cebelleşerek koyu bir hüzne bulanıp tam emre aydın şarkılarına düşmek üzereyken güç bela kendimi düzlüğe atıyorum. balkona geri dönüyorum. lakin bu kez de davul zurna takımı geçen cumartesi-pazar kaldığı yerden dan dan dan beynimi skmeye devam ediyor yine. bitmeyen karşı inşaatı söylemiyorum bile. tutamıyorum kendimi. utanmaz bir küfür savuruyorum rüzgarla karışık.
her hafta mı her gün mü evleniyorsunuz a.k ne oluyor?
sizin hayat pahalılığından, boşanma oranlarından yahut mutsuz evliliklerin tavan yaptığından hiç mi haberiniz yok? hem bu sıcakta ve artık sürgün hayatı yaşadığımız koca, yaşlı ve şişko dünyada nereden geliyor bu davulcuların ve halay ekibinin neşe motivasyonu?
aklım almıyor ibrahim. vallahi almıyor.
dur! kapı çalıyor.
klimacılar geldi sanırım. klimacılardan sonra da hastası olduğum danimarka dizisi borgen’in yeni bölümleri gelmiş ona koşacağım sevgili ibrahim.
haydi arrivederci.
iflah olmaz dostun mithad.
haziran dört, istanbul
.