pazar postası - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

pazar postası



bu pazar da aynı. yeni bir şey yok sevgilim. belki öncekilerden daha sıcak. çok sıcak. hani neredeyse temmuz sıcağı. yoksa ve yine aynı sıkıcı, robotik bir pazar. yarın ayakların geri gitse de işe gideceğini biliyorsun ya! bugünü ne kadar “süper” geçirirsen geçir -ki biliyorsun; süperlik anlayışı bölgelere, karakterlere ve pi sayısına göre değişkenlik gösterir-  yarın pazartesi. istemediğin bir işe, istemediğin bir şehirde ve istemediğin trafiğin içine gömülerek üç bin altı yüz elli dokuzuncu kez gideceğini ve üç bin altı yüz altmışıncı kez eve döneceğini bilmenin garantisi diyorum; geçmediğin ama geçiş garantisi verilen köprü ve otoyolların ızdırabından daha fena. hem çok fena. yine de bu güneşli tatil gününde evde daralmanın bir manası yoktu. sokak aralarında ve semtin büyük parkının parkurunda üç dört tur attıktan sonra kimsenin olmadığı, sadece dört bank, bir çift salıncak ve kaydırağın olduğu küçük parkta dinleniyorum şimdi. düşünüyorum. yazıyorum. kulağımdaki müziğe ağaçlardaki kuşlar vokal yapıyorlar. yoldan eli poşetli market çiftleri, büyük çuvallı kağıt toplayıcıları geçiyor. arkamdaki parkın kırmızı yürüyüş parkurunda metrekareye düşen insan sayısı her geçen dakika artıyor. lakin benim parkta ben hala tekim. karşıdaki sarı badanalı, küçük evin horozu oturduğumdan beridir beşinci kez haydi kalkın çığlığını atıyor. kargalar köşeye bırakılan kuru ekmekleri gagalıyor. yoğurt kabına bırakılan suyu içiyor. ben boş boş onlara bakıyorum ve hayatımın kalanında ne yapacağımı düşünüyorum.
..
aslında bugün kadköy’e inecektim. ama gidemedim. oysa sabah erkenden, kimse yokken dünyanın ve pazarın sakinliğinden faydalanacaktım. kadköy’ün özlediğim sabah mahmurluğunda kaybolacaktım. belki bir iki de fotoğraf çekecektim. balık pazarından geçip petek’in demli çaylarını içecektim. içimden gelirse, çarşıdan gelip geçen insan hikayelerini yazacaktım. eski günleri yad edecektim. seni özleyecektim. seni çok özleyecektim. öyle özleyecektim ki şiir bile yazacaktım. ama beğenmeyecek, hemen silecektim. lakin seni özlemeye devam edecektim. öyle çok özleyecektim ki; 'kahveci bey’lerin sokağından, mühürdar caddesinden akmar’a yürüyecektim. yürürken belki bir edip cansever mısrası mırıldanacaktım. uzaktan gördüğüm kadınları hep sen sanacaktım. hayyam'da bir bardak çay içemediğimize hayıflanacaktım. girdiğim sahaftaki kokuyu kokuna benzetecektim. bir süre daha kitaplara bakıyor gibi yapacaktım. ama işte seni yine özleyecektim. çok özleyecektim. aslında diyorum; bugün yalnızca seni düşünecektim.
ama ben ne yaptım?
balkonda oturdum, ahmet kaya dinleyip ‘ben ruhi bey nasılım’ı bitirdim. özür dilerim!
..