temmuzdan rol çalan ve bize hiç de iyi niyetli davranmayan bu mayıs cumartesinde balkonda oturmuş geçen temmuz yazdıklarımı okuyorum sevgili ibrahim. her geçen yaz bir öncekine öykünüyorum. özeniyorum. özlüyorum. çok özlüyorum. arada başımı kaldırıp sis ve pusun içinde kaybolmuş çınarcık ve burgazada’nın silüetine bakıyorum. adanın üstünde dolanan yalnız martının derdini derdime ortak ediyorum. artık bu vakitten sonra istanbul’da durulmaz diyorum içimden. en azından mayıs-ekim arası. çünkü ne sıcağa, ne kalabalığa, ne de gürültüğe tahammülüm kalmadı artık ibrahim. kalmadı. bazen kendime bile. misal öğlenin on ikisinde ve şehrin göbeğinde dan dan dan davul ve zurna gerzekliğini kime anlatayım, kime dertleneyim ibrahim? hani güzel olacaktı her bi’şey?
ama tabi ekonomi kötü, hayat pahalı. sonra altılı masa, cumhurbaşkanı aday adayları, açık oturumlar, vakayı adiyeden cinayet haberleri, çapraz ve paralel kurlar, iç ve dış politika. nihayet n’olacak bu isveçle finlerin hali? ben de hafta sonu hafta sonu “garibanın davul zurnasına, eğlencesine’ takmışım.
olacak iş mi?
değil elbet.
oysa sahile inmemek için zor tutuyordum kendimi. ama işte oraya inmek de rusların sıcak denizlere inmesinden daha zor benim için. psikolojik eşiği aşamıyorum bir türlü. arabayla inmeye kalksam trafik newyork trafiğinden hallicedir şimdi. taksi desen, bulamazsın. toplu taşımada adı üzerinde çok kişi toplanmıştır şimdi. hadi vesait işini bir şekilde halletsem alemin tek akıllısı ben değilimdir bu çok sıcak istanbul ikliminde. kavimler göçünü aratmayacak şekilde tüm istanbul kuzeyden güneye inmiştir şimdi. öyle ki güney kısmı biraz daha aşağı çökmüş kuzeyi göğe yaklaşmış olmalı istanbul’un. canım istanbul!
kımıldamadım.
sessiz berberime gittim. yine tek kelime konuşmadan on iki dakikada tıraş etti beni. ve yine televizyonunda galiba adı antika avcıları olan ve ikinci el eşya alınıp satılan iğrenç dublajlı bir program vardı. sessizliğimizi makas sesleri, berberin kedisinin miyavlaması ve tvdeki dublaj ile ikame ettik. tıraştan sonra sessizce helalleşip ayrıldık. ben son bir gayret jonas efendinin kulaklarını çınlatarak sokağın gölgeli kısmından cumartesi alışverişine gittim. elimi atıp etiketini okuduğum her ürünle birlikte sebep olanların, bize bugünleri gösterenlerin gelmişine ve geçmişine rahmet okudum! artık kasadaki yasin efendi'nin olağanüstü kibarlığı da söndürmüyor içimdeki öfke ateşini. yine kendimce oyuna gelmemeye çalışıyorum. bir müddet tatar ramazan hayalleri kuruyorum. gereksiz tüketmemeye çalışıyorum. gerekliyse de tüketmeyip ikame etmeye gayret ediyorum falan. lakin beyhude çırpınıştan öte olmadığını biliyorum. gardımı düşürüyorum. kafam dumanlanıyor karşıdaki çınarcık gibi. kapitalizm nedir, stokçu kime denir, fırsatçının bacanağı kimdir? liberal ve küresel ekonominin yedi kız kardeşi kiminle evlidir? çocukları yurtdışında mı okumaktadır? afrika’yı sömürenlerle dünyayı bitirenler aynı kişiler midir?
bill gates ile alon musk’ın derdi mi yoksa bizi bu kadar geren gibi beynimden aşağı akan işaretli soruları tutamıyorum. cevap şıklarını kaydırıyorum. dayanamıyorum. ne haliniz varsa görün a.k. çocukları diyorum. cem yılmaz kadar başarılı olamasam da bir ışık göremediğim karanlığa küfür ediyorum. tuhaf ama biraz olsun rahatlıyorum. yine inanmayacaksın ama bazı galiz küfürlerimden sonra balkon da esmeye başladı ibrahim!! balkon diyorum çok güzel. gelsene.
.