uzakta da olsa kokusunun yeteceği bir parça tuzlu su, bir tutam rüzgar ve sonsuz güneş altında, sokak arası kahvecilerin birinde diyorum seninle yüzyıllar boyu oturabilirim. bilmiyorsun. bu sabaha kadar bende bilmiyorum. ne vakittir uzak kaldığım kadıköy’e indim sabah erkenden. uykusuzlar, kanı kaynayan gençler ve bir kısım -sınırsız çaylı- pazar kahvaltıcısından başka kimse yoktu. ama işte sen de yoktun. kaybettiğim bir şeyi arar gibi sokak sokak dolaştım. belki bir iki kare bir şeyler çekerim diyerek sırtımda fotoğraf makinesi mühürdar caddesinden girdim, balıkçılar çarşısından çıktım. antikacılar sokağı’ndan bahariye’ye oradan moda’ya yürüdüm. her gördüğüm güneşli kahvecide seni andım. seni özledim. işte o zaman anladım ben dedim seninle bu güneşli kahvecilerden birinde bir ömür boyu oturabilirim. ama işte bu sabah hiç oturmadım. ayaklarım beynime dur ihtarı çekene kadar yürüdüm. sokaklardan ve insanlardan geçtim. yaşlı, yorgun sokaklarla üzgün, neşeli ve cesur insanlar arasından bir şeyleri anlamak ister gibi yürüdüm. cesur insanlardı evet, dünyaya ve ölüme meydan okuduğu yüzünden ve her hareketinden belli mağrur yürüyüşlü kadınlar ve adamlar gördüm sarı tramvayların yanında. ama hangi korkularını gizlediklerini çözemedim. yürümeye devam ettim. durmadım hiç. iki kere tuvalete gittim. bir kez kitapçının önünde yeni çıkanlara baktım. sonra bir kilisenin kapısından içeri girip girmemekte tereddüt ettim. girmedim. saydım, tam altı bin adım yürümüşüm. en çok diyorum; güneş alan kahvecilerin önünden geçerken seni özledim. ama hiç durmadım. tek bir fotoğraf çekmedim. sanki bir köşe başında sana rastlayacakmış gibi aralıksız yürüdüm. kulağımdaki şarkılar kendini değiştirdi. ben içimden konuştum seninle. "şimdi burada olsaydın; küçük, mütevazı ama güneşli bir kahvecide otursaydık. yine böyle bir mayıs güneşinin altında soluk almadan, incir çekirdeğini dolduran ve doldurmayan meselelerden laflardık. ve ben bu kadar çok yürümek zorunda kalmazdım" dedim. içimden..
.