kaçamıyorum
mektuplardan. kurtulamıyorum kendimden. yapmak istediklerimle yaptıklarım
uyuşmuyor yine. cemil meriç’in lamia hanım’a yazdığı mektuplara başladım şimdi
de. daha ikinci mektupta perişan oldum! anılar, düşünceler, hayaller ve
özlemler hepsi birbirine girdi.
.
yukarıdaki fotoğrafı
bu sabah çektim. gölgesinden ziyade gerçeğini beş altı poz çektim. ama buraya
gölgeyi koymak istedim. yo hayır, bana bir şey hatırlattığı için koymadım. bir
şeyler düşündürdüğü için de koymadım. ama ve sanırım belki üzerine düşünürüm.
düşünürüz diye koydum. belki de hiç bir şey düşünmeden öylece ve sessizce
bakarız. çünkü bu mayıs sıkıntılı. çok sıkıntılı. dedim ya isteklerimle
yaptıklarım yine birbirini tutmuyor. yazıp yazıp siliyorum. okuyup okuyup
atıyorum. dinleyip dinleyip bıkıyorum. hep yerimde sayıyormuşum gibi geliyor.
bir arpa boyu gidemeyenlerin acısını içimde duyuyorum. boşa kürek çekenlerin
yorgunluğunu kaslarımda hissediyorum. keza bu sabah yürüyüşünde çok düşündüm. ama
hiç bir yere varamadım. içimdeki boşluğu, manasızlığı hiç bir yere
sığdıramadım.
şimdi işte öyle bir
mayıs.
öyle bir
cumartesi.
oysa balkondan aşağı
baktığımda, sokakta oradan oraya koştururcasına hareket eden insanlara hayret
ediyorum. yeni açılan markete üç beş mahalle hatta komşu ilçeden gelenlerin
iştahını kıskanıyorum. her türlü olumsuzluğa, çirkinliğe ve adaletsizliğe
rağmen yaşama güdülerini takdir ediyorum. belki bana da bulaşır diye aralarına
karışıyorum bazen. ama ve lakin on dakikadan fazla kalamıyorum aralarında.
marketlerindeki ve parklarındaki kalabalıkta boğulacak gibi oluyorum.
.
gerisin geri balkona
çıkıyorum. uzaklara, benim olmayana bakıyorum. burgaz’ın arkasında, çınarcık’ın
hemen önünde aheste seyir eden geminin pruvasında olmak istiyorum. esen yaz
rüzgarı yüzümü okşarken yanımda elimi tuttuğunu hissetmek diyorum. küçük ve
büyük her türlü telaşımızdan bağımsız, sanki sırtımızda taşıdığımız dünyanın
yükünü az önce denize boşatlmışçasına hafiflemişiz gibi. sen ve ben diyorum. ne
taşıdığını, nereye gittiğini bilmediğimiz bir geminin pruvasında ve mevsim
rüzgarlarının şahitliğinde sonsuzluğu kucakladığımızı bilmek istiyorum. çok
istiyorum. bildiğin gibi değil.
.
sonra işte kısa süreli unutkanlıklar yaşıyorum. yaşlanıyorsun mithad efendi diye kendimle dalga geçiyorum. kimse görmüyor. kimse duymuyor. tıpkı beni yakan özlemlerimi bilmedikleri gibi. ama işte ben biliyorum ya. ben biliyorum ya. o işte çok fena..
.
bazen de hatta ne bazeni bu aralar sıklıkla kararsızlıklar yaşıyorum. hani öyle abartılacak büyük ikilemler de değil. sıradan, günlük hayatın keşmekeşinde önemsiz dilemmalar. ama işte bu bile çok yoruyor beni. çok yoruyor. misal az önce, bu yazıya koyacağım iki şarkı arasında kararsız kaldım. ikisini de bu sabah duydum. önce emma hanımı peşinden de la bien querida'yı. yarım saat karar veremedim. sonunda ikisini birden koymaya karar verdim. lakin işte hayattaki her dilemma böyle kolay çözülmüyor. keşke diyorum basit olsaydı bu kadar.
ama olmuyor..