47. mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

47. mektup


kaçamıyorum mektuplardan. kurtulamıyorum kendimden. yapmak istediklerimle yaptıklarım uyuşmuyor yine. cemil meriç’in lamia hanım’a yazdığı mektuplara başladım şimdi de. daha ikinci mektupta perişan oldum! anılar, düşünceler, hayaller ve özlemler hepsi birbirine girdi. 

.

yukarıdaki fotoğrafı bu sabah çektim. gölgesinden ziyade gerçeğini beş altı poz çektim. ama buraya gölgeyi koymak istedim. yo hayır, bana bir şey hatırlattığı için koymadım. bir şeyler düşündürdüğü için de koymadım. ama ve sanırım belki üzerine düşünürüm. düşünürüz diye koydum. belki de hiç bir şey düşünmeden öylece ve sessizce bakarız. çünkü bu mayıs sıkıntılı. çok sıkıntılı. dedim ya isteklerimle yaptıklarım yine birbirini tutmuyor. yazıp yazıp siliyorum. okuyup okuyup atıyorum. dinleyip dinleyip bıkıyorum. hep yerimde sayıyormuşum gibi geliyor. bir arpa boyu gidemeyenlerin acısını içimde duyuyorum. boşa kürek çekenlerin yorgunluğunu kaslarımda hissediyorum. keza bu sabah yürüyüşünde çok düşündüm. ama hiç bir yere varamadım. içimdeki boşluğu, manasızlığı hiç bir yere sığdıramadım.

şimdi işte öyle bir mayıs. 

öyle bir cumartesi. 

oysa balkondan aşağı baktığımda, sokakta oradan oraya koştururcasına hareket eden insanlara hayret ediyorum. yeni açılan markete üç beş mahalle hatta komşu ilçeden gelenlerin iştahını kıskanıyorum. her türlü olumsuzluğa, çirkinliğe ve adaletsizliğe rağmen yaşama güdülerini takdir ediyorum. belki bana da bulaşır diye aralarına karışıyorum bazen. ama ve lakin on dakikadan fazla kalamıyorum aralarında. marketlerindeki ve parklarındaki kalabalıkta boğulacak gibi oluyorum. 

.

gerisin geri balkona çıkıyorum. uzaklara, benim olmayana bakıyorum. burgaz’ın arkasında, çınarcık’ın hemen önünde aheste seyir eden geminin pruvasında olmak istiyorum. esen yaz rüzgarı yüzümü okşarken yanımda elimi tuttuğunu hissetmek diyorum. küçük ve büyük her türlü telaşımızdan bağımsız, sanki sırtımızda taşıdığımız dünyanın yükünü az önce denize boşatlmışçasına hafiflemişiz gibi. sen ve ben diyorum. ne taşıdığını, nereye gittiğini bilmediğimiz bir geminin pruvasında ve mevsim rüzgarlarının şahitliğinde sonsuzluğu kucakladığımızı bilmek istiyorum. çok istiyorum. bildiğin gibi değil.

.

sonra işte kısa süreli unutkanlıklar yaşıyorum. yaşlanıyorsun mithad efendi diye kendimle dalga geçiyorum. kimse görmüyor. kimse duymuyor. tıpkı beni yakan özlemlerimi bilmedikleri gibi. ama işte ben biliyorum ya. ben biliyorum ya. o işte çok fena..

.

bazen de hatta ne bazeni bu aralar sıklıkla kararsızlıklar yaşıyorum. hani öyle abartılacak büyük ikilemler de değil. sıradan, günlük hayatın keşmekeşinde önemsiz dilemmalar. ama işte bu bile çok yoruyor beni. çok yoruyor. misal az önce,  bu yazıya koyacağım iki şarkı arasında kararsız kaldım. ikisini de bu sabah duydum. önce emma hanımı peşinden de la bien querida'yı. yarım saat karar veremedim. sonunda ikisini birden koymaya karar verdim. lakin işte hayattaki her dilemma böyle kolay çözülmüyor. keşke diyorum basit olsaydı bu kadar. 

ama olmuyor..

.