138- itidal: bir körüklüde on beş kişi. dağılmışız dört bir yana uyku sersemi. kimi camdan dışarı bakıyor. kimi telefonuna. bazısı gözlerini kapatmış bir şeyler düşünüyor. derin şeyler belli. yüzler biraz ekşi ve endişeli. ama yollar boş. bazı duraklar da öyle. ekspres gibiyiz. sallana zıplaya rampalar çıkıp yokuşlar iniyoruz. hiç konuşmuyoruz. sessizce kaderimize gidiyoruz. semt pazarındaki durakta inen de oluyor binen de. pazarcıların, telaşsız, sakin hallerine gıpta ediyorum. acele etmeden, sanki yazılı bir talimatı uygular gibi aşama aşama pazar tezgahını, çadırlarını kurmalarına hayran oluyorum o kısa sürede. keşke diyorum ben de..
.
139-sehven: genç nesil ilginç. ofiste birlikte bir şey yazarken bir hata yaptıklarında tüm kelimeleri, bazen bütün cümleyi klavyenin meşhur backspace tuşuyla sondan başa silip yazdıklarını yeniden yazıyorlar. iki ayrı eleman da aynı şekilde yapıyor. üstelik her seferinde aynı şekilde davranıyorlar. bense daha tasarruflu oluyorum. sadece hatalı kelime ya da kelime grubuna gidip onları düzeltiyorum. acaba diyorum bu durum onların enerjisi benim yorgunluğum ya da tutumluluğumla açıklanabilir mi? ya da nedir, mesele nedir? bilemedim.
.
140-yorgun : radyomda enrico macias zingerella zingerella dedikçe içimdeki faruk tınaz, ‘yorgunum dostlarım yorgunum artık’ı söylüyordu. çünkü ve zira dostlarım; patron tayfasından kimsenin umrunda olmadığını bildiğim halde “genetik bozukluktan” olsa gerek sanki madalya vereceklermişçesine, manyak gibi çalışıyorum bu aralar. ruhum zaten yorgundu. şimdi zihnen ve bedenen de yorgunum. lakin ve sakın yanlış anlaşılmasın. yorgunum ama şikayetçi değilim. sadece yorgunum.
.
141-biLader: ani bir kararla blogu kapatmış. tası tarağı toplayıp kestane balının diyarı, zonguldak’ın gökçebey pazarlıoğlu köyüne yerleşmiş. arıcılık yapacakmış. mişli geçmiş kullanıyorum çünkü hep sonradan haberim oldu. blogu kapattığını duyunca kızdım, kükredim önce bir. yaşlı başlı adamsın, hiç utanmıyorr musun dedim onlarca sevenini bırakıp gitmeyi. er meydanını terketmeyi. utandı. bir şey demedi. ama geri adım da atmadı. bu sefer oskar ödülündeki ‘vil simit’ gibi bir tokat aşk etmek geldi içimden. yalan yok. ama hem çok uzaktaydı. hem vil simit kimdi. pabucum kenarı. yakışmazdı bize. zaten ateşim çabuk söndü. döndüm hemen 180 derece. yılan moduna girdim. tatlı dilimi zerkettim. bak dedim bilader; seni senden iyi kimse tanıyamaz elbette. hüzünlerini, orta yaş bunalımlarını, aşk acılarını, hayat pahalılığını falan hep biz de yaşıyoruz zaten. azıcık dinlen. kararını gözden geçir. notlarına bak. kuşlara sonra. ve gökyüzüne. en sonunda da bir bebeği kokla. kararını ondan sonra ver. ha tüm bunlardan sonra yine de; eski türk filmleri jargonuyla “yok, benim kararım katidir. hem üstüme de çok gelmeyin. atarım valla kendimi uçurumlardan yarlardan aşağı” diyorsan. hemen anında lal olurum. son cümlemden sonra bitmeyeceğini sandığım uzun bir sessizlik oldu. neden sonra dile geldi bilader; “kararımın değişeceğini sanmıyorum ama bir bakaceğim” dedi. hala bakıyor. o bakarken biz liverpool kop tribünleriyle birlikte you’ll never walk alone şarkısını söylüyoruz..
.
142-şarkı: bugünlerde sadece iki şarkı favorim. koliva’nın tek sevda’sı ve 33a’nın ai mtezeda’sı. çevirip çevirip onları dinliyorum. ama ve bilhassa gürcü şarkısını. üç gün, beş vakittir çalıyorum. sözlerine bakmadım fakat daha ilk duyduğumda bir bağ oluştu bu gürcü mucizesiyle aramda. görünüşte hareketli, eğlenceli gibi. ama ben en çok “böyle eğlenceli” şarkılarda hüzünlenirim sevgilim. bilmiyorsun..
143-sıkıntı : durup durup bir duayı ezberler gibi yeniden okuyorum zarifoğlu'nu. sanırım ömrümün sonuna kadar okuyacağım bu güzel adamı. şimdi yine, sıkıntımın tavan yaptığı bu günlerde onu okuyorum.
"sıkıntı, kollarımı göğsümde kavuşturmuş. soluk alırken genişleyip daralan kaburgalarım zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor."
.