who you think ı am (2019) ya da bir ‘jülyet’ güzellemesi - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

who you think ı am (2019) ya da bir ‘jülyet’ güzellemesi



ömrü hayatımda beni zorlayan iki soru hatırlıyorum.
ilki; yıllar evvel güzel güzel konuşurken bir arkadaşımın birden, hiç hesapta yokken ve gülerken peki mutlu musun diye sormasıydı. öylece kalmış, cevap verememiştim bir süre.
diğeri de;  'jülyet' hayranlığımı öğrenen başka bir arkadaşımın juliette binoche’yi neden sevdiğim sorusuydu. soru karşısında bir sürü şey eveleyip gevelemiştim. ama ne o, ne de ben tatmin olmamıştık cevaptan. çünkü 'jülyet’i, ona olan sevgimi, hayranlığımı anlatacak alfabe olduğuna inanmıyordum. ne sadece duru ve temiz yüzü. ne gamzeli gülüşü. ne yüzündeki gizli hüznü. ne yaşlandıkça daha da güzelleşmesi. ne de harika oyunculuğu. 
hayır, hayır bayım ve siz meraklı hanımefendi.. her haline yakışan siyah, kalın çerçeveli gözlüğü ile vişne çürüğü şemsiyesi de değil ona olan hayranlığım nedeni.
nasıl anlatsam bilmem... ki.. anlatamam.. 
ama deneyebilirim..
şimdi düşününce ona olan hayranlığımı ve sevgimi en doğru, en yakın biçimde ancak bir teşbihle anlatabilirim sanırım. ‘jülyet’i sevmek; sözlerini ve dahi anlamını bilmediğin şarkıları sevmek, hissetmek gibi bir şey benim için. yahut bir kış ya da bahar güneşinin salaş bir kafenin bahçesinde yahut balkonda saatlerce yüzünü okşaması, seni bir kıtadan diğerine, bir hayalden ötekine yolculuk ettirmesi gibi bir şey. anlatabiliyor muyum?
bayım? kime diyorum?
dinliyor musunuz beni?
peki o halde..
bugünkü filmimize geçebiliriz.
.
sevgili jülyetimiz, bu filmde instagramın ne olduğunu bilmeyen (instagramı ilk duyduğundaki tepkisi güldürdü beni ama siz gülmeyin. var böyle naif ve güzel arkadaşlarımız) kendisinden ayrılan genç sevgilisini takip için hiç bilmediği sosyal medya dünyasına dalan ve eski sevgilisinin en yakın arkadaşıyla facebooktan arkadaşlık kuran, boşanmış, 2 çocuklu olgun kadın rolünde çıkıyor karşımıza. lakin konu çok sosyal. biraz travmatik. biraz dramatik. biraz sıradan görünüp çok şaşırtıcı. ve biraz da psikolojik. 

filmin ana fikri : ateşle oynama elin yanar. sosyal medya ile oynama canın yanar önermesi buzdağının sadece görünen kısmı. buz dağının altında ise incitilmiş, kırılmış bir kadının hüzünlü ve acıklı bir hikayesi var. (bkz. yeğen clara)

hepimiz demek çok iddialı olur belki ama ucundan kıyısından internet dünyasına bulaşıp da hiç tanımadığı, belki de hayatında hiç göremeyeceği bir insanla yazışma, konuşma, etkileme-etkilenme büyüsüne kapılmayan insan sayısı çok azdır. en başta çok eğlenceli masum bir oyun, hayatın gerçeklerinden kaçılan güvenli bir sığınak olarak başlayan iletişim sonrasında önü alınamaz bir tutkuya dönüşebilir. (en azından bir taraf için) bu da hoş olmayan sonuçlara sebebiyet verebilir. aslında bakıldığında sanal dünya yalan dünya diye tu kaka edilen bu sosyal medya arkadaşlıklarının (yüzde yüz olmasa bile çoğunlukla) "gerçek" hayattakinden pek farkı olmadığını düşünüyorum. zira çiftler gerçek hayatta flörtleşip evlilik yoluna, bir evin içine girene kadar bir sürü maske takınırlar. ne vakit aynı evin içine giriyorlar işte o zaman küçük kıyamet yahut duruma göre dananın kuyruğu kopuyor. dolayısı ile sanal ya da reel dünya fark etmeksizin dürüst olmak vazgeçilmez kuralımız olmalı. yoksa..?
evet yoksa, sevgili jülyet (claire) gibi baltayı taşa değil demire vurabiliriz. 
ama işte duygular, psikolojiler, hevesler, hayaller, kaybetme korkuları, aşk şarhoşluğu ve daha bir çok sebeple insan belki de kendi bile farkında olamıyor ne yaptığının. hem hangimiz sevmedik? hangimiz alex hangimiz claire olmadık hayatımızın bir döneminde? misal hiç unutmuyorum; öğle paydosunda buluştuğumuz bir sevgilim beni terk ettiğinde sadece sevgilimi değil tüm duyularımı da yitirmiştim adeta. o kadar yoldan arabalara çarpılmadan, trenlere ezilmeden nasıl iş yerime ulaştığıma hala şaşırıyorum. (hayır o zamanlar sosyal medya yoktu. ve çok gençtim)
filme ve sevgili jülyet'e dönersek; jülyet biraz ava giderken avlanıyor! (psikoloğuna sosyal medyada avlanan örümcek olduğunu ima ediyordu bir sahnede) ummadık taş ile başı yarılırken aynı başına talih kuşu da konuyor aynı zamanda. zira ve adeta yeniden doğuyor. hayatı ve gerçekten yaşadığını hissediyor bu yeni ve gizemli arkadaşlık sayesinde. aslında buradan, görsel temas olmadan, karşısındakine bir yüz biçmeden, ete keme büründürmeden insanın özüne, ruhuna ulaşmak sanal ortamda gerçek hayatta olduğundan daha çabuk ya da kolaydır gibi bir çıkarıma geçebilir miyiz? bence geçebiliriz. zira görsellik girince işin içine ön yargılar, tutumlar, algılar ve bir takım filtremeler, kategorize etmeler öze yani ruha yani kalbe ulaşmayı zorlaştırır ya da uzatır diyelim. (tam da bu noktada, hemen aklıma 'rahmetli gandolfini'nin harika filmi enough said geliyor mesela.) 
ama işte filmimizde yalan yalan yalan seni sevmediğim yalan dese de claire hanım, genç alex’e gerçeği de bir türlü söyleyemeyince hayaller paris gerçekler mecnun'un depresyon hırkası oluyor. ama nasıl oluyor da oluyor tam o vakit yani film bir saatten dakika alıp ikinci saatine geçtiği anlarda acayip bir kırılma, bir makas değiştirme yaşanıyor. (burada da sliding doors filmini çağrıştırıyor hemen bana.) kurmacayı açıkça görüyor ama hadi ordan lan deyip rest çekemiyorsunuz. zira öyle güzel ilerliyor ki merak ediyorsunuz bu kurmacanın sonu nasıl bitecek diye. 
ve zaten finalde yazar sizi kalbinizden bir kez daha vuruyor bir başka sürprizi ile. 

son tahlilde; jülyet'i sevenler zaten benim gibi filme bayılacaklar. tabiki en başta jülyet'e ve oyunculuğuna. sonra senaryoya, işleyişe, drama ve daha bir sürü şeye. 
fakat, ben jülyet mülyet tanımam arkadaşım ben bir film izliyorsam, o filmden bir şeyler öğrenmeliyim, hayatıma dair bir takım sorular sormalıyım diyenler var ise siz de istediğiniz sorudan başlayabileceksiniz emin olun.
nihayet bu iki filtrenin dışında kalan diğerleri içinse söyleyebileceğim bir çift lafım var. filmi izleyin.
.