yine erken geldim işe. kış çayını salladım. gerçek çay demledim bu sefer. kış boyu hiç demlememiştim. şirket ahalisi şaşıracak. en çok da mücver abla. dokuzda, keyif çayımı getirdiğinde “elinize sağlık” diyecek. ben rica ederim derken annemin maaşını bugün mü götürsem yoksa kardan sonra mı diye düşüneceğim. çünkü ajanslara göre kar yarın yine gelecekmiş. çok yağarsa diyorum arabayı şirkette bırakır otobüsle dönerim. böyle dişe dokunmayan minik telaşlarım, üstü örtülü meşgalelerim var. hep öyle olsa ya diyorum. küçük dertlerimin, önemsiz telaşlarımın olduğu küçük bir yer olsa mesela. şehrin hırçınlığından ve yapmacıklığından uzakta. samimi insanların yaşadığı küçük, suya yakın bir yer. sen de olsan orada. misal bir kamu kurumunda görevli olsan. petrol yeşili döpiyes takımın ve siyah evrak çantanla akşam işten erken çıksan. sahildeki pastanede buluşsak. ben her zamanki gibi erken gelip beklesem. seni görünce el sallasam. sen dünyanın en güzel gülüşüyle yanıt versen. ben anında, bu tarihi ana şahitlik edecek iki satır yazsam. ne yazdığımı merak etsen. iki satır yerine iki çay söylesem. -ikisi de demli- denize en yakın masada gündelik olaylardan, yazın erken geleceğinden, haziranda emekli olacak bölüm şefinize ne hediye alacağımızı falan konuşsak. bazen de hiç konuşmadan çanak antenin üzerindeki kumrular gibi anlaşsak. ve sonra bir ara üşüdüğünü düşünüp içeri girelim istersen desem. sen yine sana ait olan dünyanın en güzel gülüşünü egale etsen. ben yine iki satır yazsam. ama sefer sesli okusam.. sen dinlesen.. belki diyorum iki çay daha içeriz..
...
..