sonunda ne yapacağımdan emin olmadığım ama ısrarla dolmasını beklediğim bir sürem var. o zamana dek devam etmenin yolunu arıyorum işin doğrusu. ve bu yüzden bütün ana ve ara sokaklara giriyorum. yazmayı denedim. her gün. olmadı. kendime yeni yeni işler icat ettim. faydası dokunmadı. eski şarkılara, yeni filmlere dadandım. dikiş tutmadı. pencereden baktım uzun uzun. kuşlara öykündüm. gün doğumunu izledim. fotoğraf çektim bol bol. ama giden günler hep ceptendi. hep sermayedendi. adeta acı çekerek geliyorum. aynı eziyetle dönüyorum her gün. hıncımı arabanın kornasından en çok da kendimden çıkarıyorum. bugün önceki günlere nazaran daha çok canım sıkıldı. yerli, yersiz. işten erken çıktım. sebepsiz. bahanesiz.
şimdi işte ön kapısı bozuk sarı bir otobüsteyim. otobüsün kapısı açılıp yolcular girene kadar bir boing 747 sabiha gökçen’e iner ötekisi kalkar. neden sabiha gökçen? bilmem. seviyorum galiba orayı. ama işte çok yavaşız. alt tarafı otobüsteyiz halbuki. kapı düzelmeyip vakit de geçmeyince yazmaya başladım. otobüs kalabalık sayılır. oturanlar ve ayaktakilerle birlikte tır parkının yanından geçiyoruz. yeşil ışıklardan, üniversite kapısından, halk günü yapan marketlerin önünden gidiyoruz. dışarıdaki insanlar bir telaş içinde koşturuyorlar. her durakta inen de oluyor binen de. hayat gibi. vakti zamanı dolan terk ediyor. yerine yenileri geliyor. doğal devir daim. konuşan pek yok. hepimizin elinde bir akıllı telefon. kendi aklımız yokmuş gibi. oynuyoruz. vakit dolduruyoruz. hiç birimizin yapacak daha iyi bir işi yok. 'ince şeyleri anlamaya zaten vaktimiz yok.' hepimiz yorgunuz. hepimiz üzgün. gülmüyoruz hiç birimiz. çok kalabalığız. ve dağınık. çok dağınız...