51-kitap - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

51-kitap




geçmiş gün. sevgili biLaderim, rusya’nın doğalgazından daha kıymetli bir gaz vermişti zatıma.
olm, sen beni dinle çıkar şu kitabı artık. zaten yazmışsın yazacağını. seç içinden sevdiklerini, sevilenlerini patlat gitsin anasını satayım.” demişti. sonuçta türk’üz tabi. balon gibi şiştik hemen. o iki gün ayaklar yere inmedi. blodgan seçkiler, ayıklamalar. sonra yavaş yavaş sayıklamalar. uzaklaşmalar. nihayetinde alman gibi sonlandıramadık mevzuyu. hatta başlamadan bitti. daha kapıkuleye varmadan rehavete ve üşengeçliğe yenildik. araya türlü meseleler, öğrenilmiş bahaneler girdi. son tahlilde ‘kitap’ ameliyat masasında kaldı!
sonra bir şey oldu..
kim olduğunu bilmediğim değerli bir okuyucumuzun üç beş gündür tüm blog külliyatını en başından okuduğunu fark ettim. 
sevindim. 
tıpkı hiç yazmadığım, uzun aralar verdiğim vakitlerde bile ‘acaba yazmış mıdır?’ diyerek her gün blogu ziyaret eden okuyucularımı gördüğüm gibi sevindim. 
yazıp yazıp kah şişelere, kah pulsuz zarflara koyarak yahut telefonun not defterine, bazen bir kafenin peçetesine yazıp internet denilen okyanusa bıraktığım ve bazen siyahın en koyusu olan devrik cümleleri hala sahiplenenler varmış dedim. 
mutlu oldum.
sonra.
düşündüm.
yazmadığım günlerde bile en az üç öğün uğradığım, kıyısını köşesini düzelttiğim, tepesindeki fotoğrafları değiştirdiğim, bir bebeğe, bir çiçeğe bakar gibi üzerine düştüğüm, düşündüğüm, varoluşsal kaygılarımı, telaşlarımı, yarım kalmış aşklarımı, umutlarımı, anılarımı, hayal kırıklıklarımı, hayallerimi, bazen saçmalamalarımı, sıkıntılarımı, az da olsa sevinçlerimi, fotoğraflarımı, anlamını bilmeden sevdiğim şarkılarımı, ez cümle hayatımın büyük bir bölümünü bazen açık, bazen gizli aktardığım bu blog zaten benim kitabımdı. hatta ve klişe tabirle hayatımın romanıydı. hayatın kendisiydi. hayat gibi, ne zaman ve nasıl biteceği belli olmayan bir ‘yol’du. dolayısı ile ekstra basılı bir yayına ihtiyaç var mıydı? yoktu.
çünkü böyle mutluyduk biz. 
böyle mutlu.
di’mi ibrahim?
.