havalimanında beklerken dünya saatlerine bakıyorum. tokyo altı buçuk saat önümüzdeymiş. newyork yedi saat geride. londra üç. fakat iki saat geride olan ve newyork ile bizim saatimizin arasında kalan başkentin tabelasındaki isim sökülmüş. merak ediyorum bu isimsiz başkenti. hangisi acaba? saat şimdi on beş yirmi. lakin çözmek için coğrafyam yetersiz. sadece bizim batımızda olduğunu bilecek kadar. yani o kadar. üç saat gerimizdeki londra ile bizim aramızdaki boylamları hayal etmeye çalışıyorum yine de. bildiğimden değil. oyun olsun diye. belki bir şeyleri unutmak için. ve yine çok fazla düşünmemek için. bir bir sayıyorum arada olduğunu düşündüğüm baş şehirleri. paris. berlin. prag. roma. saraybosna. üsküp. sofya. bükreş. sayımdan sonra çay istiyor canım. bir küçük çay ve bir küçük suya yirmi lira ödüyorum. üstüne teşekkür ediyorum. afiyet olsun diyor görevli kızlar kibarca. sonra bir grup insan yahut sadece ben küçük çelişkiler yaşıyoruz bu küçük hava alanında. on metre ötemizde bir görevli maske konusunda birkaç yolcuyu uyarırken bu taraftaki kafede yaklaşık on kişi maskesiz ve kısmi mesafeli ortamda çay kahve içip telefonlarla konuşuyoruz. ben konuşamıyorum. çünkü annemin telefonu kapalı. şarjının bittiğinden habersiz muhtemelen. uçağın kalkmasına yakın beni arayacağını biliyorum. o yüzden havalimanındaki düz ve büyük ekran televizyona geri dönüyorum. haber kanallarının kuzeyimizdeki çirkin savaşın tüm nimetlerinden faydalanmasından iğreniyorum. magazinleştirmesinden, haberden çok ajitasyon yapmasından. rusya’dan ve israil’den zaten. batının iki yüzlülüğünden oldum olası....
önce televizyondan alıyorum bakışlarımı. sonra çayımdan son yudumu alıp maskemi kapatıyorum. kendi içimde başka bir çelişki yaşıyorum şimdi. yarım saattir açık olan yüzümden girmişse içeri bu lanet virüs. şimdi bu kadar korumacı olmanın anlamı var mı diyorum kendime. sonra yine kendim cevaplıyorum nasreddin hoca misali ya girmemişse? pencereye çeviriyorum şimdi başımı. mavi-kırmızı ışıklı bir polis otosu sirensiz uzaklaştı gitti limandan. bir yağmur damlası devasa pencereden aşağıya bir yılan gibi süzüldü. sonra bir dahili anons duyuldu. türk hava yolları'nın tk bimem kaç sefer sayılı uçağı kalkış için hazırmış. yolcular üç numaralı kapıya yanaşmalıymış. ilgimiz olmasa da kayıtsız kalmadık. anonsa kulak kabarttık üç beş kişi. sonra herkes önündeki telefona başını eğdi. ben yazmaya devam ettim. diğerlerinin el hareketinden anladığım kadarıyla onlar twitter-instagram-facebook şeytan üçgeninde kaydırma yaparak bir sonraki mesaja geçtiler. bazıları bazı şeyleri beğendiler. beğenilenler muhtemel üç saniyeliğine sevindiler. sonra yine yeniden beğenilmek için yeni bir şeyler paylaştılar. bazı kişiler bunları da beğendiler. hayat eskiden olduğu gibi devam etti. ben adsız dünya saatinin saraybosna olduğunu hayal ettim. annemi özledim..