bazı şeyler : 121 - 125 kafamda bir tuhaflık var amirim! - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler : 121 - 125 kafamda bir tuhaflık var amirim!



121 - itiraf : size bir şey itiraf edeceğim dostlarım. ama lütfen kimseye söylemeyin! 
tam 7 kıştır tanpınar’ın huzur’unu okuyorum ama bir türlü bitiremiyorum?
her kış yeni bir şevk, yeni bir heyecanla bu sefer kesin diyerek türk gibi başlıyorum. lakin ve maalesef alman gibi bitiremiyorum.
babaannem rahmetli hiç unutmam, ben küçükken; " evladım o tabağını bitirmezsen kalan yemekler arkandan ağlarlar" derdi. sonra işte misal gecenin iki buçuğunda tuvalete kalkıp kitaplığın yanından geçerken başta tanpınar'ın huzuru olmak üzere yarım bıraktığım kitaplardan karamazov kardeşler'in, kuyucaklı yusuf'un, martin eden'in falan üzerime atlayıp boğazıma sarılacağı vehmine kapılıyorum. korkuyorum. üzülüyorum. gece gece..
.
122- dürtü : gece demişken; gecenin üçünde hakan peker’in bir efsaneydi şarkısıyla uyanmak kaç gecedir? hangi travmama, hangi yarama denk geliyor merak içindeyim. ama dün gece şarkılar, hatlar adana falan hep karıştı. saat üçü beşe zınk diye uyandığımda hakan peker  solosuna çoktan başlamış ve her yerde bizim şarkımız çalınıyor bak , neler neler söylüyor bir dinlesen ah diyordu. uyunacak gibi değildi. hem kafam dağılsın, hem şarkı zihnimden çıksın diye hacet gidermeye gittim. kitaplığın yanından ne olur ne olmaz diye gardımı alarak ve besmele çekerek geçtim. yatağıma döndüğümde aklımda bir şey yoktu. ne şarkı, ne günlük küçük telaşlar. başımı yastığa koyalı daha bir dakika olmamıştı ki; candan hanım girdi bu sefer devreye. hayır efendim zihnimden değil dışarıdan içre. nezih bildiğim sokağımızdan yatak odama taşan son seste. ama öyle böyle değil. kolon patlatan bir gürültü. halikarnas'ta bile bu kadar açmıyorlardır sesi. saat gecenin üç on beşi. sokaktan geçer gider diye düşündüm. takılmadım. geçmedi. bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin diyor candan hanım bağıra bağıra. kaldı ki sezen bir, candan hanım ikidir en sevdiğim kadın solistler kategorisinde. kalktım. pencereye iliştim. perdeyi araladım. bizim sokakla karşı sokağın kesişimine park etmeye çalışıyor bir abi ya da küçük ihtimal apla! beyaz, son model bir jeepin götü gözüküyor sadece ağaçlar arasında. gürültünün sahibini göremiyorum. ama candan hanımı çok net ötesi duyuyorum. sanki yatak odamda bana konser veriyor. o derece. tanımlanamayan unsur arabayı park edene kadar dinledim bir yangının külünü. aslında çok güzel şarkı. ama işte her şeyin bir yeri ve zamanı... arabanın stop lambaları söndü. fakat içinden bir cisim çıkmadı. ses de azalarak yok oldu. yatağa geri döndüm. hakan peker gitti. candan hanım gitti. lakin düşüncelerimi boğaza salamadım. aldı beni bir düşünce. gecenin üçünde! 
acaba dedim; bütün mahalle (en azından yüzde doksan beşi) uyurken mahalleliyi seferberlik çıktı korkusuyla sıcak yatağından uyandıracak derecede müziği son ses açmayı sağlayacak olacak dürtü nedir? bu motivasyonu sağlayan ana unsur nedir? pi sayısıyla ya da x’i 1 kabul edersek bulabilir miydik? bunu yapan insan mıdır? hem sonra bu doğalgaz ve elektrik faturalarındaki fahiş zammı neremize..? gibi kafamda deli sorularla dört buçuğa kadar uyuyamadım. bir cevap bulamadım. radyo voyage açtım.  neden sonra uyumuşum. yedi buçukta kalktım. baktım jeepin götü de önü de sahibi de piyasada yoktu. sorularımın bir cevabı da... 
.
123 - süslü selim : hayat gerçekten tuhaf?
yıllar sonra tutunamayanlar’a bir kez daha tutunmak istedim. daha birinci sayfada kitap beni yıllar öncesine savurdu. bana süslü selim'i hatırlattı. tuhaf bir zaman yolculuğu yaptım. hatta ucundan yazmaya başladım. lakin baktım her işte olduğu gibi yine acele ediyorum. bunu fark ettiğim an durdum. yazmayı bıraktım. süslü selim'in hikayesini daha doğrusu anlatısını adam gibi yazmak üzere rafa kaldırdım. acele etmeden, günlük ve egosal telaşlara kapılmadan ağır ağır, hakkını vere vere yazmak üzere erteledim. kim ne derse desin güzel adamdı selim ağbi. umarım hala hayattadır ve mutludur. 
.
124- tuhaf : orhan pamuk'un kafamda bir tuhaflık var romanını okumadım. affetsin! konusunu bile bilmiyorum. ama duydum. lakin izniyle kitabının başlığını kendi kafama kondurmak istiyorum ki zaten bu hususiyetimi kitaptan yıllar evvel apartman bahçesindeki kedileri ve kumruları izlerken deklare etmişliğim vardı. yine de alıntı, çalıntı şeyleri olmasın.
kafam diyordum. alıntı dedim. çalıntı dedim ya da intihal mi demek lazım bilemedim. ama peşinen bu yazacaklarımdan önce bir uyarı gireyim çocukların ve yetişkinlerin zihinsel düşüncelerini boş yere terletmemeleri adına. 
şöyle ki; gecenin bir vakti aklıma gelen bu fantazi düşünceyi yazaraktan kendimi, burada yazdıklarımı bir bok olduğundan ya da bokun buharı zannettiğim bir kibirlenme, bir böbürlenme algoritması olarak gördüğüm zannına sahip olunmasın sakın. ha sakın!
hep derim. yine diyorum; burada söyleyemediklerimi yazıyorum genelde. bazılarını kıçımdan uyduruyorum. bazılarının satır aralarında ise kendime notlar bırakıyorum hansel gratel timsali. yıllar sonra okuduğumda lan burada şair ne demek istemiş dilemmasına düşmemek adına. çoğu vakit de hoş bir sadâ için, vakit geçirme amaçlı yazıyorum. yazmayı çizmeyi sevdiğim için yazıyorum. bir edebi değeri olmadığını biliyorum. ama kendimce edebiyat parçalamaktan da geri duramıyorum. kimi at yarışlarına, kimi sigaraya, kimi sinemaya, kimi uçurtmalara meftundur ya şu hayatta. ben de işte edebiyat parçalamaya vurgunum amirim. çok uzattım. farkındayım. 
sadede geliyorum; blogun istatistik şeysinde ‘işte bu bizim hikayemiz’ etiketli yazılarıma aynı ip adresinden farklı günlerde defalarca gelindiğini gördüm geçenlerde. dedim ya tuhaf kafam hemen bir senaryo yazdı oracıkta. kendimi ve yazdıklarımı bir bokun buharı kabul ettiğimi düşünmeden; lan dedim ya "işte bu bizim hikayemiz"leri okuyan bir roman, hikaye yahut senaryo yazarıysa ister misin buradan ilham alarak bir şeyler üretsin. çok kısa ama çok keskin bir düşünceydi. saliselik. hatta ölüm gibi. 
ha aynı şey olmasa da bazı blog plastikleri çok daha ileri giderek yazdıklarımı hiç utanıp sıkılmadan kendileri yazmış gibi yayınladılar zamanında
ama işte bu başka bir şey amirim. çağrışım odaklı bir şey olabilir mi diye düşündüm hani. hatta ve kim bilir belki de bilmediğim yerlerde benim ya da bir başka bloggerın hikayesinden esinlenilmiş hikayeler dönüyordur. olamaz mı? 
olabilir. 
belki benim kağıt param bir şekilde döne dolaşa senin cebine girmiştir..
aslında bir hafta önce düşünmüştüm bunu. yanlış anlaşılmaktan çekinip yazmamıştım. ama işte kafamda bir tuhaflık var amirim bu kesin. isteyen istediğini düşünsün yani..
.
125 - vixit : mehmet günsür'ün içeriye  bakan kim'ini karıştırıyordum sabah. vixit hikayesi çıktı karşıma. ilk sayfada bir cümlenin altını çizmişim.

romalılar insanlar için "öldü" demezlermiş. "yaşadı" derlermiş : vixit.

sizi bilmem ama ben tekrar okumama rağmen ilk seferki gibi irkildim sevgili dostlar ve dahi romalılar. hani ve belki biraz bardağın dolu tarafı gibi.
biraz pollyanna.
biraz pembe gözlükler.
biraz felsefe, biraz biraz şey işte..
nasıl anlatsam? anlatamam. ağlayamam da...
ama sorabilirim;
kaçımız gönül rahatlığıyla "yaşadık" diyebiliriz ölmeden evvel?
ben bu huzursuz ve deli göYnümle şahsen ve kalben diyemeyeceğimi biliyorum.
ama sizi bilemem?
ben zaten her şeyi bilemem..
.
.
.
.
zamanın ötesinden gelen edit : yazıyı fırına verdikten sonra ayıp olmasın diye orhan bey'in kafamda bir tuhaflık var kitabının konusuna baktım. ilgimi celbetti. sanırım alıp okuyacağımdır. evet.