akira, cansever, yeditepeli yusuf ve ben suphi! - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

akira, cansever, yeditepeli yusuf ve ben suphi!




yusuf gülseçen (yeditepe istanbul) sazanların tarihi romanına dizinin ya da benim unutulmaz repliğimle, şöyle başlar;

 “ adım yusuf. 35 yaşındayım. daha hiç bir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. o yüzden kenarındayım. hem de çok kenarında. tıpkı bizim mahalle gibi..” der ve tonlarca ağırlığındaki taşı göğsümüzün üstüne usulca bırakır. 
şimdi bu cümleyi cebimize koyalım...
ve edip cansever’in iki satır, iki satırdır’ına kadar devam edelim. 32.mektupta duralım.. işaret parmağımızı 93.sayfaya koyalım, aşağılara doğru inelim. ve şu uzun paragrafı birlikte okuyalım;

“.... çantalar, gözlükler, hazır aletler, ampuller, bira çekme makineleri, yapma çiçekler, satıcılar, eller, kollar, ayaklar. her şey yirmi yıldır böyle. ve içinde sevişebileceğim tek bir anı yok. korkunç bir şey! bu kadar düz bir hayat? yoksa ben mi yaşayamadım, ben mi çekip bir şey alamadım bu hayattan? bilmem... üç beş şiir kitabı? dörtte üçü yalan bir takım şiirler. yalan yazmışım. başkaları okusun diye, bu adam iyi yazıyor desinler... utanmamamışım hiç, utanacağımı düşünmemişim...”
.
kitabı kapayalım. biraz düşünelim. hayatımız hakkında. yaşadıklarımız hatta yaşamadıklarımız hakkında.
sonra bir akira kurosawa filmi izleyelim.
filmin adı ikuru olsun. yani yaşamak.. 1952 yapımı.
baş karakterimiz. kanji watanabe. belediyede orta düzey yönetici. yıllardır aynı sıkıcı işinde hiç şikayet etmeden çalışmıştır. işe gidip eve gelmiştir. bir oğlu vardır. karısı yıllar evvel ölmüştür. bir gün kanser olduğunu öğrenir. ve o vakit hiç değiştirmeden devam ettirdiği sıkıcı hayatını sorgulamaya başlar. hiç yaşamadığını anlar. başta kendisi olmak üzere kimse için bir şey yapmadığının farkına varır. kalan kısa zamanında en azından bunu değiştirmeye çalışır, çabalar. peki muvaffak oluyor mu?
cevabı iki buçuk saatlik filmde... 
evet bence de uzun lakin zamanın şartları. 1950 falan. hoş görülür mü? bence görülür..
sadece hayatı değil hala vazgeçilmezimiz olan bürokrasiyi de eleğinden güzelce geçirmiş usta!
ayrıca, vefa’nın istanbul’da bir semt olmadığını vurgulamayı da ihmal etmemiş. kısacası halı dokur gibi ince ince işlemiş. hayatı ve bazı mütemmim cüzlerini.
..
peki ben neresindeyim bu üçlünün?
cumartesi sabah. pencereden dışarıya, mahallemize gelişigüzel bakarken sazanların tarihi’nin bu meşhum sözünü hatırladım. öğleye doğru kahvemi yudumlarken cansever’in hayatla ve kendisiyle hesaplaşmasını okudum ve akşamında akira kurosawa’nın yaşamak filmine denk geldim.
ilginç değil mi?
benim için ilginç bayım, sizi bilemem.
ama durumlar böyle
..
ve bu olanların ertesi sabahında. yani pazar günü. klasik pazar sendromu hırkamı giydim. pencereden dışarıyı izlerken, radyomdaki anlamını bilmediğim şarkılar eşliğinde kafamda şu cümleleri yazdım..
..
kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde, telefonun çekmediği, bir allahın kulunun geçmediği ya da tek tük geçtiği uzak coğrafyaların birinde arabanızla çamura saplandığınızı düşünün. tüm gücünüzle gaza abanıyorsunuz. ama nafile. araba inliyor ama bir santim ne ileri, ne geri gidiyor. sonunda pes ediyorsunuz. şansa, mucizelere kalıyor işiniz. yürümek hem çare değil hem güvenli değil. umutsuzluğun dibini yaşıyorsunuz. bir müddet sonra tekrar deniyorsunuz. aynı şeyleri yaşıyorsunuz. einstein’ı düşünüyorsunuz. ama belli aralıklarla aynı şeyleri yapıp aynı sonucu alıyorsunuz. birilerinin gelip sizi kurtarmasını bekliyorsunuz ya da. yürümek aklınıza geliyor ama yolun ilerisindeki belirsizlikler, bilinmeyenler buradaki kötü olan ama bilinen şartlardan daha korkutucu geliyor. arada bazı insanlar yanaşıyor yanınıza. seviniyorsunuz. ama ve sonra anlıyorsunuz ki onlar da başka bir yerde başka bir çamura saplanmışlar. o zaman bir kez daha anlıyorsunuz işte. dünyada “biz” diye bir şey olmadığını. yalnız gelip yalnız gideceğinizi. 
ama ve lakin; tüm bunlara rağmen yine de umut etmek istiyor insan. ediyor da. toplu iğne ucu kadar da olsa bir umuda tutunuyor. gelmeyeceğini bildiği baharı bekliyor umutla. ve bir kısırdöngüde saatlerini, günlerini, yıllarını geçiriyor. hayatı geçiyor. ve siz buna yaşamak diyorsunuz bayım. 
yaşamak!
.
akira kurosawa’nın filmi yaşamak diyorum bayım. güzel film.  mutlaka izleyin..
.