42-cumartesi - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

42-cumartesi


sabah. güneşi görünce tereddütsüz en uzaktaki markete gittim. sabah dediysem öğlene beş vardı. ve yolu kasıtlı olarak uzattım. hiç girmediğim, bilmediğim sokakların kedileriyle karşılaştım. diş gösteren köpeklerine hoşt dedim. ağaç dallarındaki kuş sohbetlerine kulak kabarttım. evde yapacaklarım çünkü kısıtlı ve hep aynıydı. fakat dönüşte elimdeki ağır poşetlerin de tesiriyle en kestirme yola saptım. aynı kestirmede, jonas’ın hayatımızı, bütün cumartesilerimizi ve pazarlarımızı hiç eden o meşhum sözü beynime çivi gibi bir kez daha çakıldı. 

“her şey çok sıradan.
ama hayat bir cumartesi günü alışverişinden daha fazlası..*”

jonas efendi bu tekerlemesiyle her seferinde ağzımıza kürekle vurmasına rağmen alışverişlerimi hep cumartesileri yaptım. bu filmini izlediğimden beridir içim rahat değil. kâh jonas’a, kah kendi beceriksizliğime ve korkaklığıma kızıyorum. ama o kadar. elimden gelen bu. jonas ne kadar doğru söylese de daha fazlası yok. bir de işte devrik cümlelerim var. aynı eksende döne dolaşa, yana yıkıla latin harfleriyle hayat gailesini hafifletme çabalarım. hepsi bu. oysa selîm'i bizim on beş yıl ve yüzlerce yazıyla ifade edemediğimizi tek bir beyitle öyle güzel anlatmış ki. öyle güzel..

biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
ateş kesilir geçse sabâ gülşenimizden

market dönüşü. poşetleri mutfağa atıp another love story’i üçüncü kez izlemeye niyetlenmiştim. doğrusu markette kıvırcık sarı saçlı, yeşil montlu bir kadınla aynı salçaya uzandığımızda buna karar vermiştim. (bir tane kalan biber salçasını ben almadım tabi) jonas girdi kanıma. cumartesi. sıradanlık. fazlalıklar dedim. bugün bunu izlemeliyim dedim. lakin marketteki hesap eve uymadı. açar açmaz netflix şeytanı, soluksuz diye bir fransız filmini burnuma soktu. aslında izlemezdim de ön gösterimde juliette’nin gençliğini görür gibi oldum. dünya sineması bir yana juliette bir yanaydı. izlemeye başladım. filmin yirminci dakikasında mesaj geldi. kredi kartımın bankası bilmem kaç yüz liralık market alışverişim için beni tebrik ediyordu. aynısından bir daha edersem. bilmem kaç lira para bonusu şey edeceklermiş. canım sıkıldı. filme dönmedim. baktım güneş sırıtıyor dışarıda. balkona çıktım. müziği açtım. ben balkona çıktıktan iki dakika sonra güneş bulutların arasına girdi. tam içeri girmek üzereyken göksel çalmaya başladı. onun hatırına bulutların altında biraz oturdum. sonra güneş yeniden çıktı. karşı binada bir karga kıçını yırtarak, etinden et koparıyorlarmış gibi gaklamaya başladı. acaba bir yerine bir şey mi oldu hayvanın, yahut bir yakınını falan kaybetti de ağıt mı yakıyor diye düşündüm. malum, aile ve kabile bağları en güçlü topluluktur kargalar. nitekim iki dakika içinde çatı kara kargalarla doldu. ulan dedim avrupa birliğine, nato ve bilimum kendi -sözüm ona- ulusal çıkarlarından başkasını düşünmeyen amerika önderliğindeki tüm sahtekar topluluk ve devletlere; şu kargalar kadar aklınız ve şerefiniz yok. haysiyetsiz herifler. rusya'ya yaptıkları en anlamlı yaptırım eurovision şarkı yarışmasından çıkarmak oldu! aslında başta kendileri olmak üzere bütün dünya işe yaramaz bok çuvalı olduklarını biliyor da sistemi sağlam kurmuş plastik şişeler. kimse bir şey yapamıyor.  ancak kendi kendini imha edecek. o güne kadar da güçlüler güçsüzleri, zenginler fakirleri, mutlu azınlık mutsuz çoğunluğu sevmeye devam edecek! biz de candan erçetin ve françoiz breut dinleyip şiirlerle, şarkılarla ve filmlerle kendimizi avutacağız. yalandan iki üç cümleyle vicdanımızı rahatlatacağız falan! ama kimse yemeyecek. insanlık her gün biraz daha ölmeye devam edecek. ben cumartesileri jonas’a sövmeye devam edeceğim. amerika binlerce kilometre uzağa yine yeniden demokrasi getirecek! benzin ve motorine her gece zam gelecek. dünya kendi ekseni etrafında dönmeyi sürdürecek. ta ki ....
.
*just another love story (2007)