ahmak - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

ahmak


pazar.
tıpkı şarkıdaki gibi. bu sabah yağmur var istanbul'da. ahmak ıslatan derler. çok severim. kahvaltım biter bitmez dar attık kendimizi sokağa.
biz kimiz?
kapüşonlu lacivert kazağım, kulaklığım ve ben.
sessizliği sadece yağmurun bozduğu boş sokaklarda yürüdük. yağmur yüzümü de ıslatsın diye başımı kaldırdığımda arka balkonlardan kat ve kat yükselen yuvarlak çanak antenlerinin simetrisine sevindim önce. sonra uzun caddenin sağından gökyüzüne dokunmaya çalışan sokak lambalarının intizamına şaşırdım. ve nihayet, yapraksız çıplak ağaçların yalnızlığına üzüldüm biraz. durmadım. devam ettim. semtin kısa parkurlu parkında dolap beygiri vazifesi gören pazar yürüyüşçülerine şöyle bir uzaktan bakıp caddeye yöneldim. dün sabah budattığım saçlarımı beki bir faydası olur ve bilimum elementlerle birlikte belki gizli güçler de karışır arasına diye kapüşonumu çıkarıp ahmak ıslatana teslim ettim. sonra ağır, sakin adımlarla sanki bu dünyada yaşamıyormuşum, metropol hızından haberim yokmuş gibi hiç telaşsız yürüdüm. karşıdan simsiyah, büyükçe bir şemsiyenin saçağına sığınmış bir çift benim gibi telaşsız ve bana doğru yürüyorlardı. sanki bir filmin açılış sahnesi gibiydiler. başımın üstündeki hayali drone'u ne olur ne olmaz diye çalıştırdım. olası bir film çekimine hazırladım. çünkü; öyle doğal, öyle gösterişsiz ama çok etkileyici bir yürüyüşleri vardı uzaktan.
bir adam ve bir kadın.
yaklaştıkça belirdi karakterleri. açılış sahnesi dışında normalde bu kadar takılmazdım bu insanlara. tepemdeki drone'u bir el işaretiyle gönderir, şarjını başka çekimler için saklardım. ama işte adam aşık. adam hisli. adam sanki sadri alışık'ın gençliği. aşkından ve  hayranlığından nerdeyse kadının ağzına girecek. kadının kendisine bakmayan gözbebeklerinde bıraksa aç susuz bir ömür yaşamaya razı. yeter ki kadın ona bir gül-sün. bir güzel söz söylesin. olmadı ve sadece sevmesine izin versin. çünkü adam bir keresinde ona demişti ki;  fakat müzeyyenben seni sensiz de sevebilirim.

peki ya kadın?
siyah deri pantolonlu, hardal sarısı kazaklı, yüzü gülmeyen, memnuniyetsiz kadın. otuz altı olduğu halde çevresine hala otuz beşim diyen. burnu kemerli, elmacık kemikleri çıkık esmer, düz saçlı kadın. adamı yeterli görmüyor belli ki. belki maddi durumunu beğenmiyor. belki eğitimini. belki hala onu terk edip giden eski sevgilisinde aklı. ama bu ela gözlü, uzun yüzlü, kara kalın kaşlı, kirli sakallı, beyaz mantolu adamda değil aklı ve gönlü. belli.
peki ama niye sevmediği halde gitmiyor?
belli ki adamın sevgisi onda bir tür bağımlılık yapmış. adamın sevdiği gibi sevmiyor ama onun etrafında olmasını, coşkuyla bir şeyler anlatmasından gizli bir haz alıyor. adam çünkü onu bırakıp giden eski sevgilisinin aksine ona değerli olduğunu hissettiriyor. işyerine çiçekler gönderiyor. sürpriz hediyeler alıyor. ezcümle şımartıyor. adam çünkü aşık değil bildiğimiz mecnun. gözü kör. aklı tutuk. onun için varsa yoksa müzeyyen. müzeyyen'siz su içemez. nefes zaten alamaz. ama..
ama işte.
adamın bilmediği, müzeyyen hem ana hem baba tarafından aslen venüs'lü. adamın bilmediği bir diğer şey de kendiyle ilgili. o kendisini malatya'lı sanıyor. ama ve halbuki adam da mars'lı. aralarındaki tüm meseleler hallolsa bile bu meseleyi çözmeden huzur yok adama.
peki kadın? kadın zaten venüs'lü dedik ya..
bu kısa terminolojik bilgiden sonra filmimize kaldığımız yerden devam edelim.

adamın bütün aşıklığına rağmen, caddenin başından karşılaşma anımıza kadar coşkuyla bir şeyler anlatan, nerdeyse ağzına girecek kadar gözünün içine bakan adama bir kez olsun bakmadı elmacık kemikleri çıkık kadın.
gülmedi.
tepki vermedi.
sadece ve robotsal bir ifadeyle, yalova çınarcık cihetine baktı. kazık yutmuş gibi, sağ elinde tuttuğu şemsiyeyle bütünleşmiş şekilde yürüdü.
adam, sağ elindeki ağır, sarı bir bavulu taşırken sol eli ve tüm benliği ile damarlarındaki bütün kanı akıtırcasına çağladı, çağladı, çağladı. kadının her tepkisizliğinde daha da coştu. gözü kadından başkasını görmüyordu. beni zaten görmüyordu. onların hikayesini, onun bu koşulsuz ve karşı konulamaz sevgisini kafamda yazdığımı ve yine kafamın üstünde dolaşan dronela filme çektiğimi bilmiyordu. bilse ne yapardı bilmiyorum?
peki ya kadın bilseydi?
onu da ben yazmayayım artık...
onlar simsiyah, büyükçe şemsiyenin saçağında topladıkları aşkları ve memnuniyetsizlikleri ile telaşsız yürürlerken son bir kez sadri gibi baktım arkalarından ve şöyle dedim;

"korkma, dünyada her zaman, inanılacak sağlam şeyler bulunur."
.
.

not: işbu hikayede anlatılanlar yaşanmış olaylara dayanmaktadır. kişilerin aziz hatırasına zarar gelmemesi için isimleri, giydikleri elbiseler ve renkleri değiştirilerek anlatılmıştır!

.

hiba el mansouri - ahwak