algıda seçicilik iyi bir şey değil dostlarım. hem hiç iyi bir şey değil. normalde o sesi ve konuşma tarzını değil dinlemek, bulunduğum dünyadan anında ışınlanmak üzere bay skati’yi arardım fellik fellik. ağzını yaya yaya ve üstelik bağıra bağıra ağdalı konuşma şekli kastettiğim. her güzelin bir kusuru var. benimki de bu. katlanamadığım sesler ve insanlar defterim çok çabuk doluyor bugünlerde nedense. ve neyse..
algı diyordum. seçmek diyordum.
ayıptır söylemesi oturmuş bir yandan kahvemi içiyor bir yandan da usul usul “hisli kirpi”yi okuyordum. kahvecide beş on insan vardı. ne güzel. sesleri de çıkmıyordu. sonra üç masa ötemde bir dalgalanma yaşandı. durağı mı kaçırmış, kahvecinin yerini mi tam anlamamış. neyse bulmuş. sarıldılar. hasret giderdiler. sarılmak güzel haslet. ben de bugün kadıköy’ün ortasında, güneşin ve marmara denizinin şahitliğinde ailesiyle birlikte avrupa’ya göç edecek arkadaşıma sarıldım. uzun uzun. çünkü ölümlü dünya. istanbul’da zar zor bir araya gelirken. avrupalar falan. zor işti. sen de gel dedi kolaymış gibi. ama çok içten. yalan söylemedim. durumum yok dedim. olsaydı da gelmezdim zaten dedim. ben dedim her türlü kaosuna, çirkinliğine ve çirkefliğine, yanlışlığına ve bunca yalnız bırakılmışlığına rağmen bu toprakları bırakamam. eski kafalıyım olm ben dedim. bir de işte balık gibiyim dedim. denizden dışarı alırsan akvaryumda bile yaşayamam dedim. gözleri daldı. lafı değiştirdim. bu sene takım da kötü. seneye gel şampiyonluk maçına gideriz dedim. sarıldım. iyi yolculuklar diledim. duygusal adam bizimkisi baktım gözleri dolmaya başladı. olm dedim ikimizi de rezil etmeden çek arabanı dedim. o arabasını çekti. ben deniz kenarına yürüdüm. gri bir ev ödevi gibi duran haydarpaşa'ya doğru baktım.* hayır ağlamadım. kendi kendime konuyu değiştirdim. martıların vapur kovalama oyununu izledim bir süre. yeterince kaldığıma kanaat getirmiştim ki. taze simit diye bağırdı arkamdaki simitçi..
kahvecideki ağzını yayarak konuşan kadın; "bilançoyu inceledim, öz kaynaklarda sıkıntı yok, uzun vadeli borçlar sıkıntı yaratabilir" dedi. mizandı, gelir tablosuydu, şüpheli alacak karşılığı, yedek akçe derken benim ilgi oraya kaydı. mesleki deformasyon. bir kaç teknik terim daha kullandı. bir şeyi yanlış ifade etti. müdahale etmek istedim. bu da başka bir mesleki deformasyon. dur dedi içsesim sen ne yapıyorsun? bu ağdalı konuşmaya daha ne kadar tahammül edeceksin. haklıydı. hesabı istemeden kitabımı, gözlüğümü toplayıp oksijene ihtiyacım varmış gibi direk kasaya koştum. 21 numara 21 lira dedi kasiyer. şaka mı gerçek mi olduğunu anlamaya çalışmadan bütün parayı atıp üstünü beklemeden sokağa çıktım. arkadaşımın ofisi tam karşıdaydı. sola baktım kadıköy-pendik minibüsü sellektör yaptı. başımı geriye atarak yok dedim. aradaki kaldırıma geçtim. sağa baktım. bu sarı taksi sellektör yaptı elimdeki siyah evrak çantasını görüp. ona da yok dedim. yol ama çok kalabalık. insanlar araçlarıyla -amerikan filmlerindekine benzer şekilde felaketten kaçar gibi- konvoy oluşturmuşlar. bildiğin delilik bu cumartesi arabayla kadıköye inmeye çalışmak. o delilerden biri de arkadaşımdı. siya siya indik. iğne atmaya teşebbüs dahi etmedim. çünkü biliyordum yere düşmezdi. hayır kalabalıktan değil yiyecek sanıp atılacak garibim martıların boğazına kaçmasından endişe ettim. onun dışında kadıköy iki buçuk ay önceki halinden pek bir şey kaybetmemişti. onca kalabalığına rağmen nefes aldığımı hissettim. ayaklarımın ezbere bildiği sokakları hiç birinin hatırı kalmayacak şekilde tek tek dolaştım. kim bilir bir daha ne vakit gelirdim. niye böyle olduk? neden böyle oldum. hem hiç bir fikrim yok. hem söyleyecek çok şeyim var. bir şey demedim. yürüdüm. sakızgülünden bahariye'e oradan moda'ya bıraktım kendimi, telaşsız kalabalığın içinde. yanımdan geçen kırmızı tramvayların fotoğrafını çekti beynim. malını satmaya çalışan esnafın bağırtılarını hafızama kaydettim. sonra yine, havada hissedilen tüm umutsuzluğa, somurtkan yüz ifadelerine rağmen şimdilik kaf dağının ardında görünen umuda sarılıp devam edenlerin peşine takıldım. kadıöy çarşı'ya çıktım. envai çeşit baharatların, yiyeceklerin kokusunu içine çektim. karnım acıktı. köşede sakin, nezih bir yer buldum. siparişimi verdim. gelene kadar bunları yazdım... daha yazar mıyım? bilmiyorum...
.
*cemal süreya
.