sabah. altı buçuk gibi. bir vagon dolusu insan uykulu gözlerle hayata tutunmaya çalışıyoruz. oturanların yarısı uyukluyor. kalan yarısı telefonuyla oynuyor. ayaktakiler sessiz. kimi benim gibi sırtını kapıya dayamış. kimi ortada askılık gibi duran demire tutunmuş. erken saat ve sekizli vagon olması hasebiyle çok kalabalık değiliz. sessiz ve sakiniz. öyle ki nuri bilge ceylan filmlerinin sakinliği hakim vagona. lakin daha çok uykulu ve düşünceliyiz. kimimiz uzay mekiği gibi fırlayan dövizi ve ekonomiyi, kimimiz hafta sonu tatilini, bazılarımız özlediği sevgilisini, öğrenciler birazdan girecekleri vize sınavını, işçiler, memurlar ve emeklilikte yaşa takılanlar ne vakit sona erecek bu çilemiz diye gözleriyle “küçük sahil kasabası ya da benim güzel köyüm türküsünü” söylüyorlar. ben kapıya sırtımı dayamış ona bakıyorum.
.
başında beyzbol şapkasını andıran ama beyzbol şapkası olmayan armasız, düz siyah bir kep var. kepin altında yorgun ve hafif kızarmış yaşlı gözler. beyaz maskesinin gizlediği, pek renk vermese de yaşanmış onca yılın çizgileri alnında birikmiş gibi. altılı mavi koltuğun en kenarında oturuyor. sırtında, siyah ince kaşe manto. onun içinde siyah deri yelek. onun da içinde koyu lacivert-bordo desenli bir kravat. bacağında fitilli kadife pantolon. yine siyah. ayakkabılar bordo ve siyah karışımı. siyaha yakın. bir şey okumuyor. uyumuyor. telefonuyla oynamıyor. boşluğa bakıyor. ama belli kafada dönüp dolaşan, onu meşgul eden bir düşüncesi var. iyi mi kötü mü maskeli yüzünden kestirmek güç. gözlerine bakılırsa hüzünlü biraz.
mekanik ses bir sonraki istasyon göztepe dediğinde hafiften irkildi, biraz huzursuzlandı. tavanda asılı, durak tabelasına baktı. sonra döndü ve bir anda bana baktı. boş bulunup başımı çevirdim. durak benim de ineceğim duraktı.
.
göztepe istasyonunda peş peşe indik. o önde ben arkada yürüdük biraz. ben medeniyet üniversitesi kuzey kampüsü çıkışına saptım. o düz devam etti. kulağımdaki müziğin sesini açıp başka bir aleme geçtim.
ne var ki, kader çizgimiz şaşmadı. metronun tuvaletinde yine karşılaştık. beni tanıdı mı bilmem. ben girdiğimde o içeride bir şeyle uğraşıyordu. tanıyacakmış, bir söyleyecekmiş gibi şöyle bir baktı. bir şey demedi. işine devam etti. siyah mantosu duvarda askıdaydı. eline paspası alıp tuvaletin içinde ve önünde biriken suları temizledi sakin sakin. elbiseleri görevli olamayacak kadar sivil ve takımdı. ya gereğinden fazla titizdi. ya da kazayla dağıttığı ortalığın diyetini, görevliye bırakmadan kendi ödüyordu. bana ikincisi gibi geldi. daha çok sevdim onu.
.