23- adaya gidelim bir gün, vapura binip burgazada’ya.. - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

23- adaya gidelim bir gün, vapura binip burgazada’ya..



gözümü açtım. bembeyaz bir tavan. kireç olmalı. seslere kulak kesildim. önce bir martı haykırdı. peşinden bir karga kıçını yırtarcasına kükredi. “ehmet ağbi çeeek” dedi derinlerden bir inşaatçı. saate baktım sekizi bir geçiyordu. tavana bir daha baktım alıcı gözüyle. evdeydim. olmak istediğim yer değildi. bir hışımla kalktım. bir kovaya su doldurdum. milletin kıçında pireler uçuşurken ben fırçayla araba yıkadım. hırsımı alamadım. kovayı bagaja attım. sessiz ve kimsesiz sokaklarda sert adımlarla yürüdüm. semtin parkında dolap beygiri gibi dönen insanlara şöyle bir baktım. aralarına karışmadım. birbirine paralel boş sokaklar daha cazipti. sultan sokak’ta kulağım çınladı. sen sandım. kısa bir hayal kurdum. sen olsaydın dedim. şimdi bunların hiç birine gerek olmazdı. normal insanlar gibi kahvaltımızı ederdik güneş vuran arka balkonda. kardelenler, kasımpatılarla beraber. gerekirse sonra sporumuzu da yapardık. olmadı. ben yine kahvaltımı tek yaptım. önce rize turist çayımı demledim. bazıları suyu kaynatıp çayı doğrudan haşlar. ben hafif ıslatır, nemlendirir, süzerim. buğulanıp şişmesini bekler, sonra demlerim.*
.
ikinci çayımdan son yudumu almıştım. üçüncü için mutfağa gidecektim. çaydanlık çoktan kaynamıştı. ama ı’m no good dedi önce amy winehouse. yok öyle olmadı. elimdeki kitabın elli dördüncü sayfasında okuduğum tanıdık bir cümlenin yarısında amy söylemeye başladı, o sırada çayımdan son yudumu alıyordum. her şey birdenbire oldu. birdenbire vurdu gün ışığı yere. gökyüzü birden bire oldu. mavi birdenbire.** durdum. şarkı değildi durmama sebep. çayın bitmiş olması da. cümlenin tamamıydı. adaya gidelim bir gün. vapura binip burgazada’ya gidelim. hayır dejavu değildi yaşadığım. evet en az otuz kere okumuştum bu cümleyi. ama nerede? kim söylemişti. kafam acayip karışıktı. ilhan berk dedim önce. emin olamadım. cemal süreya ağır bastı. on üç gün mektupları’nda mı yazmıştı? sonra sait faikti galiba dedi öteki sesim. fakat bu seçeneğin bertarafı zor olmadı. sait faik niye böyle bir şey desindi. zaten adada yaşıyordu. kendime dert edindim. altı kaynayan çaydanlığı yine yaktım. yerimden kalkmadım. üçüncü çayımı içemedim. düşündüm. düşündüm. bulamadım. halbuki en az üç kere burada da yazmıştım. ve yılda en az üç kere gitmiştim adaya. ama kimin cümlesiydi? kendimden şüphe ettim. acaba benim olabilir miydi? sonra cinayet mahalline dönen katil misali aydınlandım. tabi ya ilhami algör’dü. ‘fakat müzeyyen bu derin bir tutku’da okumuş olmalıydım. değilse de başka bir kitabı mutlaka. yine çok sevdşm bu ifadeyi. içimden tekrar ettim.
.
adaya gidelim bir gün. vapura binip burgazada’ya gidelim. hafta sonu olmasın ama. okulu asan öğrenciler gibi. işten kaçalım biz de. bir günlüğüne olsun işi, gücü, sorumlulukları, sırtımızda taşıdığımız ne varsa diyorum. bir kenara bırakalım. bir günlüğüne. vapura binip adaya gidelim. burgazada’ya. öğretmenevinin bahçesinde oturalım. siz bana sevdiğiniz şairlerden dizeleri söylersiniz. ben size hakkımdaki her şeyi. tüm gerçekleri. yalnızca gerçeği anlatırım. aslında ‘kuzey karolayna’da sarı saçlı mavi gözlü bir çocuk olarak dünya geldiğimi. zamanla anneme çekip kumral yeşil gözlü olduğumu. huysuzluk ve titizliğimi de ondan aldığımı. cömertliğimi babama, tembelliğimi küçük dayıma, uçarılığımı büyük amcama borçlu olduğumu, bir rivayete göre köklerimizin saraya dayandığını ama hangi saray olduğunu hala bulamadığımı, annemin babanın ilkokul aşkı olduğunu, yine babamın babasının çok ehlikeyf bir o kadar da otoriter ama saygın biri, sadece köylünün değil tüm kasabanın çekindiği fakat sözü dinlenir bir adam olduğunu, at binmeyi çok sevdiğini, onlarca atının olduğunu ama içlerinde en çok doru atı sevdiğini, babaannemin bu dediğim dedik adamı üç yıl peşinde süründürdükten sonra evlendiğini, ikisi kız üçü erkek beş çocukları olduğunu, babamın en küçük olup hiç şımartılmadığını aksine çok çalıştırıldığı için daha on sekizlerinde annemle istanbul’a kaçtıklarını, hayatta kalma mücadelelerini ve mücadelenin tek çocuğu olarak nasıl hayatta kaldığımı anlatırım. sonra iki çay daha söylerdik. bu arada hala dinlemeye niyetinin olup olmadığını anlamaya çalışırdım sana fark ettirmeden. ama sen anlarsın. bir romanın içine düşmüş gibi öyle tatlı, öyle masum, öyle güzel bakarsın. ben susmam. bencillik ederim. babamın yüzünü kara çıkardığımı, kendimden nasıl kaçtığımı, pazar günleri içimi saran boşluğu, bunca yazıyı biraz olsun huzura kavuşmak, geçmişimden kaçmak belki kim olduğumu bulmak ama aslında sana ulaşmak için yazdığımı önce sana sonra kendime itiraf ederim. itirafım bununla da kalmaz. ben sandığın gibi iyi biri değilim derim. sen gülümsersin. ne diyeceğini bilemezsin. elini elimin üstüne koyarsın. vazgeçmem. "ben sandığın gibi biri değilim. kim olduğumu dahi bilmiyorum." derim. gözlerimin içine bakıp "ben biliyorum". dersin. susarım. yanımıza gelen garsonu fark etmem. sen biri açık, iki çay daha söylersin. suskunluğumu ve pişmanlığımı yüzüme vurmazsın. öğretmenevinin bahçesini saran ağır havayı dağıtırsın. bir oyunu devam ettirir gibi, sıra sana gelmiş gibi, usul usul, tane tane anlatmaya başlarsın. .. ...
.
* ilhami algör - ikircikli biricik
** orhan veli kanık
.