sabah.
öyle zor kalktım ki.
trafiğin derdini ben çekmeyeyim istedim. olur da vazgeçerim diye de arabanın anahtarı almadım. kendime özel şoför tuttum. körüklü bir otobüse bindim. araç yarı yolda yanmaya başladı. hay bin kunduz aşkınaydı. bu bendeki nasıl bir şanstı. herkes benden yana bakmaya başladı. uğursuzluk bende miydi gerçekten? meğer benim teker üstü yanıyormuş. indik. arkadan gelen otobüse mülteci gibi bindik. ilk binen olduğum için akbil bastım. benden sonra kimse basmadı. benim akbilimle bütün otobüs yolculuk etti. fakat bindiğimiz otobüs benim durağa gitmiyormuş. yolda indim. otobüsten vazgeçtim. on metre ilerideki üniversitenin önünde bir taksi durdu. yolcu indirdi. yolcunun indiği kapıyı açtım. hedehödeye gideceğim dedim. şoför; “abi yolcum var” dedi başıyla arkamı işaret ederek. istanbuldaki yoğun taksici haberlerinin verdiği gazla ve ceza yazmasına ramak kalmış sivil polis edasıyla “dalga mı geçiyorsun şimdi indi o yolcu” dedim. normalde levyeyle karşılanacak bu çıkışıma taksici genç yine mülayimce cevap verdi. “abi adres soruyor, gelecek” dedi. dediği de oldu. üç km yayan yürüdüm işe. kasımda spor bir başkadır melodisiyle.
.
şimdi.
öğlene beş var.
hava açık. dereceler beşiktaş için 20,9 gösteriyor. sokakta kapalı, beyaz minibüsüyle dolaşan overlokçu malum tekerlemeyi söylüyor.
“hanımların dikkatine! overlok makinesi ayağınıza geldi. halı, kilim, paspas kenarına overlok çekilir.” böyle üç tekrar yapıp gitti. kimse halısını, kilimini ya da paspasını vermedi. sonra sokağın karşısına bir tır yanaştı. bugün ihracat olmalı. acaba nereye gidecek, almanya, polonya, sırbistan? oysa, bugün uzun yol gitmek istemiyorum. sadece şu güzel güneşin tadını çıkarmak istiyorum.
.
parka geldim.
ya herkesin işi var. ya da kimsenin bu nefis güneşten haberi yok. boş denecek kadar kimsesiz park. öyle öksüz, öyle yetim. solumda, kırk elli metre uzağımda iki emekli memleketi çekiştiriyor muhtemelen. sağımda, yirmi metre uzağımdaki çardakta dört kadın çay içip dedikodu yapıyorlar. çayı acaba önce nemlendirip sonra mı demliyorlar? yoksa çoğunluk gibi haşlıyorlar mı? halbuki hiç haz etmeyiz haşlanmış çaydan. biz kimiz? ilhami abi (algör) ve ben. o beni tanımıyor. ama ben onu çok iyi tanıyorum. okudukça daha çok tanıyorum. benzer yanlarımıza hayret ediyorum. çayı nemlendirerek demlememiz, samimi arkadaşlarımıza doktor deyişimiz, kısa ve devrik cümle sevişimiz, kınalı ve burgaz sevdamız hep birbirimizden habersiz. elbette farkımız da çoktu. ben rakıyı sevmiyorum mesela. ve haliyle o benden çok daha güzel yazıyor. ama ben de boş durmadım. oturdum bunları yazdım. sonra başımı kaldırdım. emekli abiler gitmişti. sağımda ise dedikodu tam gaz devam ediyordu, şuh kahkahalar ve demli çaylar eşliğinde. acaba diyorum çayı nemlendirerek mi... ...