bu sabah. bir şey var içimde. dışarı çıkmak istiyor. aslında dünden beri aynı şey. bugün yoğun. zihnimi meşgul ediyor. kalbimi tırmalıyor. ısınsın diye altını yaktığım çayı unutturuyor. bir sürü duygu akıyor başımdan aşağı. tutmak istiyorum hepsini. yetişemiyorum. çaydanlığın suyu bitmiş. ama ocak direniyor, ateşi sönmemiş. özlemekle kavuşmak arası bir yerde kayboluyorum. suyu tükenen çaydanlığın kenarları da yanmış. kulpu el yakıyor. ‘
sonunu düşünen kahraman olamaz’ diye bağırıyor sokakta bir sarhoş. sabahın sekizinde kim inanır? galiba ben inanıyorum. kahraman olmak istemiyorum. ama sonunu da düşünüyorum. kısırdöngümde dolaşıyorum. içime dolanan hissi tanıyacak gibi oluyorum. fakat bir türlü çıkaramıyorum. iyice çitilirsem çaydanlıktaki siyahlıklar çıkar mı? bilmiyorum. bir yanım sal gitsin diyor. öte yanım en kırılmaz zincirlere bağlamış. amansız bir mücadele içimdeki. sabahın körü. cumartesi. oturduğum lacivert koltuğumda hipnoz olmuş netflix abonesi gibi olanları izleyebiliyorum ancak. kimsecikler yok. inşaatçılar bile. sadece açık olan radyo voyage şahit. bir de sokaktaki ayyaş. kendimden izahat bekliyorum. kendim sessiz kalıyorum. cevabı bulmak için oysa kadıköy’ün ara sokaklarında çok dolaştım dün. mühürdar’ı, sakızgülü’nü, miralay nazım’ı bir cümlelik yanıt için eskittim. nazım hikmet’e bile uğradım. cevap yerine yeni sorular ve sorunlarla bindim metroya. şimdi işte, salonun ortasında değil de okyanusta yönünü kaybetmiş, pusulası şaşmış bir gemi gibiyim. içimdekinin kendiliğinden çıkıp gitmesini, beni rahat bırakmasını istiyorum. çaydanlığa yeniden su ekliyorum.
.