istasyona geldiğimizde şarkı çalmaya başlamamıştı henüz. içinde bulunduğum vagondaki yolcu sayısı o kadar azdı ki bir vagon boşuna gidiyordu sanki. sekizli vagonun en sonundaydık. vagonun bir ucunda ben vardım. öteki ucunda kırmızı mantolu bir kadın. onun dört sıra yanında telefonla konuşan eli poşetli, esmer bir adam. onların karşı çaprazında siyah beyaz ekoseli mantosu olan, elindeki telefonla oynayan genç bir kız ve onların beş sıra yanında da sarı kafalı oğluyla oturan, somurtkan yüzünde bordro renkli kemik gözlüğü olan bir anne vardı. tren ünalan'a vardığında metrobüse geçmek isteyenler bu istasyonda insin dedi mekanik ses. kulağımdaki müzik bir sonraki şarkıya geçmek için her zamankinden daha uzun bir süre es verdi. sanki vagondan inecekleri bekliyordu. fakat bizim vagondan kimse inmedi. ve tren tam hareketlenmek üzereyken şarkı çalmaya başladı.
lisenin müsamere salonundaydık. sınıfımızın haşarı çocuğu mehmet akif, çatlamış ergen sesiyle "laşatemi kantere"ye girdiğinde o, üç sıra önümde, sağ çaprazımda kankası arzu'nun yanında oturuyordu. mehmet akif; "boncorno italya, boncorno maria" dediğinde aniden geriye döndü. ön tarafında baklava dilimleri olan kırmızı kazağının omzuna düşen kumral saçları ve ela gözleriyle bana öyle bir baktı ki ondan sonra başka bir hikaye yazılacağını düşündüm burayı okuyan herkes gibi bende. ama düşündüğünüz gibi olmadı. ben ağzımı salonun tavanına kadar açmış, şapşalca melahat'e bakarken o deminki güzelliğini ve dünyayı durduran gülüşünü geri çekmiş 'ne bakıyorsun olm' der gibi ağız yüz hareketlerini avına yaklaşmakta olan bir kaplanın yüz ifadesiyle değiştirmişti aynı saniyede. toyduk. gençtik. henüz lise birdik. köşeli jetonum geç düşmüştü. sol yanımdan geriye döndüğünde üst sınıftan memduh yeni aldığı mavi lensleriyle ve bembeyaz otuz iki dişiyle melahat'e bakıyordu. yeniden melahat'e döndüm. o da memduh'a ela gözlerini bağışlamak üzereydi. sevenleri ayırmak bize yakışmazdı zaten. sonuçta züğürt tesellisi de bir insan hakkıydı. bekir gibi başımı eğdim. kulağımı sıra arkadaşım mehmet akif'e verdim yeniden. akif; "sono un italyano, un italyano vero" derken. bir sonraki istasyon kozyatağı dedi mekanik ses. benim durağımdı. montum kucağımda, telaşla ayaklandım. baktım ortadaki kapıda kırmızı mantolu kadın da inmeye hazırlanıyordu. mantosunun önü açık, kazağı kırmızıydı. desenleri de baklava dilimliydi.
.
the gypsy queens - l'italiano
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...