“gelmediğiniz zamanlar çayı ben demliyorum sabahları. siz de benim gibi seviyormuşsunuz çayı” dedi tüm içtenliğiyle. amir-memur ilişkisinden bağımsız, insaniyet surlarından içeri.
bir şey demedim.
sadece gülümsedim. yanından geçip üst kata çıktım.
bunu kibrimden yapmadım.
meşguldüm.
sabah ayazından beri.
köpeğimi arıyorum. ayağımda şıpıdık terlik. sırtımda eski bir hırka. elde köpeğimin robot resmi. yokuş yukarı çıkan tören kıyafetli bir bölük askerin ve onların arkasından gelen bir şehir dolusu insanın yanından geçiyorum. sanki bütün insanlık benim köpeğimi arıyor. ama bir terslik var. kalabalığın aksi istikametinde yürüyorum. onlar çıkıyor, ben iniyorum. yanımda biri var. görünüşe göre birlikte arıyoruz. kim, bilmiyorum. köpeğimin yerini bilen de yok. ne vakit köpeğim oldu onu da bilmiyorum. ama hırsla, büyük bir inanmışlıkla arıyorum. sonunda uzun, sarı bir yolun sonunda, çalılıkların arasında onu görüyorum. siyaha çalan kahverengi, kalın tüyleri, uzun kulakları ve şirin, şapşal bir suratı var. bu benim köpeğim değil diyorum onu bulana.
aldırmıyor gibi. hava serin, biraz dinlenelim diyor. ama ben ateş yakmasını bilmem ki diyorum. kibritim var diyor cebinden çıkardığı kutuyu sallayarak ve sırıtarak. ne vakittir sormak istediğim soru aklıma geliyor. pardon diyorum tanışıyor muyuz?
dinlemiyor beni. bu kez, haki renkli sırt çantasından el radyosunu çıkarıyor. sakince antenini yukarı çekip parazitsiz bir frekans arıyor. üç beş taramadan sonra buluyor. dış kaynaklı, hafif müzik. trt 3 olsa gerek. sonra eski, alüminyum bir çaydanlık çıkarıyor çantasından. ve elindeki bir buçukluk şişe suyu çaydanlığa boca ediyor. içime bir kurt düşüyor.
itiraz ediyorum.
“ben diyorum bu kadar uzun rüya görmem. görsem de bu kadar uzun hatırlamam.
hem nedir, mesele nedir?” diyorum.
bana parmağıyla sus işareti yapıyor. lakin kendisi konuşuyor. “çayı çok sevdiğini biliyorum. o halde sorunun ne be adam!” diye ilk kez yükseliyor. gardımı düşürmeden ama çok da yükseltmeden “köpeğim sırnaşık kayıp” diyorum.
sırnaşık kayıp.
bu özel ismi söyler söylemez ötedeki ağaçların arasından kara kuru ama diri bir köpek dili dışarıda, ağzı kulaklarında bana doğru koşmaya başlıyor. ben kaçıyorum. o kovalıyor. ben nefesim kesilene kadar koşuyorum. o ısrarla peşimden geliyor. artık dalağım çatlamak üzereyken pes ediyorum ve çaresizce arkamı dönüyorum. fakat köpek yok. onun yerine iki elinde, içinden dumanlar çıkan iki karton bardakla duran ismini ve cismini bilmediğim yol arkadaşım var! ne diyeceğimi bilemiyorum. başımla selam verir gibi teşekkür ederek sağ elindeki bardağı alıp sırnaşığı tek başıma aramaya devam ediyorum.
.