dün sabaha karşı kendimle konuştum
ben hep kendime çıkan bir yokuştum
yokuşun başında bir düşman vardı
onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum
-özdemir asaf-
.
ben bir aptalım. evet. son dört yıldır aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar uman bir budalayım. zaten nasıl örselediysem kendimi, aklıma üşüşenleri yazmak için açtığım bloga kullanıcı adı olarak budala yazdım. malumun ilamı. takdiri ilahi. ya da ve artık kim ne derse, ne demek isterse.. fill in the blanks please...
ama ve tabi, selahiyet kullanamayan devlet memuru gibi hemen reddetti bu girişimimi akıllı blogger.
gerçi, “olur mu öyle şey, estağfurullah müdür” falan da demedi duygusuz makina. sadece doğru parametreleri girmemi bekledi.
girdim.
hem bloga, hem de istanbul’a.
yedi tepeli şehir beklediğim ve bıraktığım gibiydi. kilometreler azalıp şehre yaklaştıkça içim çekildi sanki. il sınırından içeri girdiğimde ve birinci viteste dur kalk yaparken alnımda ve sırtımda boncuk boncuk terler, gözümün önünde film şeridi gibi akan beş günlük doğa ve yayla saltanatım vardı.
son tahlilde o büyük kapıdan işkence çeke çeke, adeta ruhum ve ciğerlerim sökülerek girdim. hatta kurbanlık inek gibi zorla itildiğimi bile hissettim. uzun uzun anlatacak değilim bu kaos zindanını. trafiğini, kalabalığını, gürültüsünü, yazın rutubetini, kışın kirli ve puslu havasını. çirkin ve gri binalarını. bilen zaten biliyor. bilmeyenin, görmeyenin de en azından bir tanıdığı can çekişiyordur bu koca şehirde. zaten yıllar evvel ne demişti büyük düşünür pamela spence?
istanbuldan gitmek lazım
harput bayburt lazım
özümüze dönmek için
artık bir şeyler yapmak lazım
yaptık mı peki?
hayır.
ağlamaktan başka.
evet.
ne diyorduk?
budala.
aynı ezberlenmiş hareketler, aynı kısırdöngüler. aynı çözümsüzlükler. aynı pişmanlıklar. aynı ağlamalar. aynı sızlanmalar. her sene. tuzla piyade okulu rampasında. hafız’ı aradım. işyerindeki sgk sorunuyla ilgili bir kaç şey sormuştu önceki gün. onu bahane ettim.
“hallettin mi, n’aptın müdür?" diye.
halbuki asıl amacım; metropol sorunsalımda beni anlayan tek adama sızlanmaktı biraz. on beş dakikalık karşılıklı ağlaşmanın sonucunda ana fikir; “olm bu büyükşehir çöplüğünde böyle ağlana, söylene ölüp gideceğiz.” oldu. o sırada trafik, son sözümüzü desteklercesine kendi bildiğini okuyordu. konuşma boyunca piyade okulundan esenyalı köprüsüne ancak gelebildim. bir çıkış, bir kaçış yolu aradım. soluma baktım, gri demir korkuluklar. sağımda metaliğin her türünden arabalar. daha kötüsü, zihnimde onlarca bariyer, engel, korku, endişe, saçma düşünce vardı. sonra işte öndeki araç bir metre ilerledi. ben vitesi bire aldım. sağ ayağımla hafifçe gaz pedalına dokundum. akabinde hemen frene bastım. bir süre sonra öndeki araç bir metre ilerledi. ben vitesi bire aldım. sağ ayağımla hafifçe gaz pedalına dokundum. akabinde hemen frene bastım. neden sonra öndeki araç bir metre kadar ilerledi. ben vitesi...
..