beş vakit-25 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

beş vakit-25


sabah:
06:55. yarım otobüs dolusu insan. gözlerimiz uykulu. yüzümüz mahmur. son durağa gelene kadar, yirmi üç dakika boyunca hiç konuşmadık. müzik dinlemedik. hatta uyumadık. kaderimize rıza gösterip bazen boş gözlerle birbirimize baktık. bazen pencereden hiç dinmeyecekmiş gibi yağan yağmuru izledik. sonra aramızdaki sessiz anlaşmayı bozanlar oldu. kafalarını ellerindeki telefona gömenler. kınamadık. hor görmedik. yapıyorsa bir bildiği var dedik. yarım otobüs dolusu insan. bu sabah çok sessizdik. sanki kimsesizdik.
.
öğle:

ayten hanım yeni demlemiş çayı. beş dakikası daha varmış. beklerken çok eski yazılarımı okuyorum. en yeni yazılarımla karşılaştırıyorum. bir sonuca varamıyorum. hatta o çok uzun eski yazılarıma katlanamıyorum. pencereye, dışarıdaki yağmura, kapalı havaya, ressam bobunkine benzeyen bulutlara bakıyorum. çözülmesi güç bir matematik problemiyle boğuşur gibi hissediyorum. kalmak için bir sebep söyle diyorum kendime. en az üç sebep buluyorum. oturuyorum, oturduğum yerde. zira; radyodaki sanatçıyla çengel bulmacadaki sanatçının aynı olma ihtimali gibi benim evkaf memuriyetimden istifa edip her şeyi bırakıp gitme olasılığım. orhan veli. bildiniz. evet. zeki ve okuyan insanları severim. ve şimdi buradan beni bu havalar mahvetti’ye yürüyeceğimi sanıyorsunuz. lakin fena yanılıyorsunuz bayım. hem çok fena. iflah olmaz bir edip canseverci olduğumu bilmeliydiniz halbuki. 
sormuştu ya bir seferinde..
yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor ruhi bey
düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki? 
.
ikindi :
sabrın bittiği vakit. sigortacısı. checkupcısı. kombicisi. internetçisi. mobil telefoncusu. şinanayda yavrum şinaşinanay.
gün değil saat geçmiyor ki aramasınlar. ama yeter!
sevgili ve çok sayın yetkililer. her isteyenin benim özel numaramı gevşek gevşek arayıp “istemiyorum lan hizmetinizi” dememe rağmen sümük gibi, marmaranın müsilajı gibi bana ve telefonuma yapışmasından artık gınalar geldi. bak gına demiyorum. gına kere gına geldi. çözün artık şu işi yahu!
bakın tövbe ve sümne haşa yolsuzluk, adam kayırmacılık, adam sendecilik, istanbul trafiği, çevre kirliliği, kutuplaşma, fenerin teknik direktör sorunu falan demiyorum.
her gün, olur olmaz yerde zaaarrrt zaaart çaldırıp kırk yıllık ahbabım gibi hal hatır sorup pazarlamaya giriş dersi sayfa on beş paragraf üç timsali anlatmasınlar. aramasınlar.
bütün cinlerim tepeme çıkıyor sabaha kadar indirmekle uğraşıyorum sonra onları. zaten ne kadar 850li, 212li ve 216lı numara varsa engelledim. ama işte, cepten gelenleri acil bir durumdur diye mecbur açıyorum. sonra açmaz olaydım oluyorum. ikindi vakti günaha giriyorum. 
ha sakın bana; ticaret bakanlığının e-devlet üzerinde şikayet şeysi var demeyin. sakın! denedim. onu da tecrübe ettim. amma ve lakin; deveye hendek atlatsam daha iyiydi. prosedürler, bürokrasiler. hele şu tam görünümlü çeyrek kapanma döneminde personele izin alma girişiminde ne çektiğimi bir ben bir de klavyelerim bilir. izni alana kadar üç klavye eskittim. son tahlilde ve korkarım ki; gelişen teknolojilerle beraber muasır seviye ile olan yıl hatta asır farkımız azalacağına daha da artıyor. yanarım. ona yanarım. 
arz ederim.
.
akşam:
hani 'fahimbey ve biz’de diyordu ya abdülhak şinasi; “aynı gün içinde saatten saate değişiriz. kaygısız bir çocuk, haris bir genç, uslanmış bir yaşlı adam ve biçare bunamış bir ihtiyar olabiliriz. aynı yirmi dört saat içinde yalnız kalmaya susar, başkalarıyla görüşmeye acıkırız. mevsimlere göre seğişen tabiat kadar hislerimize göre de yüzümüz değişir, biz değişiriz.”
şimdi ve sabahtan beridir görüyorum ki; benim de bir vaktim diğerini tutmuyor. değişen ruh ve vücut halleri. hep aynı kaldığımı, aynı ray üzerinde gidip geldiğimi düşündüğüm zamanlar bile değişiyorum aslında. misal her gün işe gidip eve dönmek, her ay aynı işleri sadece takvim farkıyla yapmak. aynı balkonda benzer yazıları yazmak. aynı kısırdöngüde, aynı sıkışmışlıkta hayata devam etmeye çalışmak. ki şimdi yeniden yazarken bile sıkıldım. ama aynı değil işte! hayatımın -çoğu vakit- sıkıcı gördüğüm bu yazısının kimin de bir virgül, kiminde bir dolaylı tümleç bazısında da koca bir paragraf değişiyor. belki de içten içe bu küçük nüansları bildiğim için devam edebiliyorumdur. bilemiyorum. ama bildiğim; fahim bey ve biz’den sonra bu yaz bir kitabını daha okuyacağım abdülhak şinasi hisar’ın. çamlıcadaki eniştemiz ya da ali nizami bey var aklımda. bakalım. kısmet..
.
yatsı:
uykum gelmemiş olsaydı şayet. çok güzel şeyler yazacaktım bu vakte dair. 
ama yalandan kim ölmüş!
inanmadınız değil mi?
ben de inanmadım.
ama şunu söyleyebilirim; bir gün ben de stadın dev ekranında kendini görüp şapşalca sevinen euro2020 seyircisi gibi kaygısızca ve hovardaca sevineceğim. 
.