tehlikeli oyunlar-II - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

tehlikeli oyunlar-II


sabah yürüyüşü diye çıktım evden. güneşe aldandım. bu kadar serin olacağını tahmin etmedim. içimin ürperdiğini hissettim. ama yürüdükçe ısındım. ısındıkça hızlandım. hızlandıkça yönümü, yolumu, yordamımı kaybettim. sonunda bir istasyonun bekleme salonunda buldum kendimi. gidiyor muydum yoksa gelecek birini mi bekliyordum? benimle birlikte peronda bekleyen insanlara baktım. hepsinin en az bir seyahat çantası ve yolcu etmeye gelen üzgün bir yakını vardı. benim çantam da yakınım da yoktu. ama bekliyordum. sadece telefonum ve ardı ardına çalan şarkılarım vardı. biletim acaba cam kenarı mıydı, hangi şehirlerden geçip hangi dağ ve nehirleri aşacaktık, indiğim istasyonda yan perondaki gibi beni de heyecanla bekleyen birisi olacak mıydı, hemen kalacağım yere gitmeden beraber bir yorgunluk kahvesi içip uzun soluklu hasretin ve sevincin vermiş olduğu telaşı birbirimizin yüzünde okuyacak mıydık yoksa herkes beklediği yolcuyla sarmaş dolaş istasyondan ayrılırken ben geldiğim yalnızlıkla baş başa kalıp belki gelir ümidiyle hemen önümdeki banka, bir istasyon kedisinin yanına kurulup saatlerce bekleyecek miydim? 
hemen oracıkta vazgeçtim gitme fikrinden. zaten seyahat çantam da olmadığına göre kesin uzak yoldan gelecek birini bekliyordum. fakat trenin varış saati geçmesine rağmen gelmemesine sabırsızlanan kalabalık gibi ben de huzursuzlanıyor, bir saatime, bir trenin geliş istikametinde uzayan boş raylara bakıyordum. vakit geçtikçe kalabalığın hareketi ve homurtusu artarken kalabalıktan bir ses;  “hareket memurluğuna sormak lazım 15 dakika gecikti.” diye niyet belirtti.
doğru sormak lazım” diyerek bu sesi tasdikledi yanımdaki saçı sakalı ağarmış, kırk beş elli yaşlarındaki kavruk tenli adam. bir kişinin sorması yeterliydi fakat elli metre ötedeki memurluğa sanki biri bellerimize bağlı ipimizden çekiyormuş gibi on beş kişilik grup halinde gittik. kavruk tenli adam gişeye eğilip görevliyle bir şeyler konuştu. sonra dönüp bize; “arkadaşlar yol çalışması nedeniyle bir saat rötarlı gelecekmiş trenimiz.” bundan hoşnut olmayan küçük grubumuz şöyle bir çalkalanıp homurtular, yuhlamalar eşliğinde gişeye yönelince ak saçlı abimiz bir şehrin mülki amiri gibi kalabalığın önünde iki kolunu öne uzatıp sakin olun işareti yaparak iki elini aşağı yukarı sallarken, “arkadaşlar arkadaşlar lütfen memure hanımın da yapacak bir şeyi yok. mecbur bekleyeceğiz. lütfen sakince bekleme alanına gidip görevlilere yardımcı olalım lütfen.” diyerek inisiyatifi ele aldı. bir kaç çatlak ses dışında küçük grubumuz bu doğuştan lider olan abinin sözünü dinleyerek bekleme alanına geçti. kimi köşedeki banklara oturdu, kimi ileri geri volta atmaya başladı. bense peronun ucuna kadar gidip unuttuğum bir şeyi hatırlamaya çalışır gibi raylara baktım. raylardan yansıyan güneş gözlerimi alıyordu. düşüncelerim gittikçe bulanıklaşıyor, gerçeklikle hayal alemim birbirine karışıyordu. beklemekten sıkılmıştım. bir şeyler yapmalıydım. ama ne yapacağımı bilmiyordum. yürümeye başladım. etrafımdaki herkes kısa kollularla otururken ben sırtımda hırkayla üşüyordum. doğrusu korkuyordum. ya gelen tren de yoksa diye en kötü ihtimali düşünüyor, düşündükçe ürperiyordum. ürperdikçe adımlarımı sıklaştırıyordum. tempom arttıkça ısınıyordum. ısındıkça daha çok hızlanıyordum. hızlandıkça unutuyordum...
.