kaç vakittir içimden dışarı çıkıp taşkınlık etmek isteyen kelimelerle çalkanıyorum. lakin anlamlı ve işe yarar birer cümle haline getiremediğim için susuyorum. doğrusu, susar gibi yapıyorum. yaşıyor taklidi yaptığım gibi. ama olmuyor. boş dolmuyor, dolu zaten almıyor. bir, iki, üç gündür. dört, beş altı haftadır böyle. zaman hem çabuk geçip hem de olduğu yerde sayarken. gündemden artık eskisi gibi gözlerini kapatıp kendini güneşe teslim edince kaçamıyorsun. ne yürüme mesafesindeki eli poşetli uzuuun market yürüyüşleri ne de plaza camlarının ardındaki yoğun mesailer ilaç olmuyor etrafını saran boşluğa, manasızlığa, hareketsizliğe. ta ki, ismini, cismini ve hatta ne söylediğini bile bilmediğim bir fransız kızının sesi yankılanana dek. dünyayı, içindeki kötülükleri, kadın ve çocuk katili orospu çocuğu israili, destekçisi ve ondan daha büyük orospu çocuğu amerikayı, aşı ve ilaç kartellerini, halkını aldattığını zanneden hükümetleri, paraya ve güce tapanları, içimizdeki irlandalıları, şark kurnazlıklarını, hep banacıları, boşalan istanbulun hala çıldırtan trafiğini, gözümüzün önünde bir çiban gibi duran beton binaları ve hatta beşiktaşımın basiretsizliğini falan unutuyorum şarkı bitene dek. sonra bir daha dinliyorum. bir daha ve bir daha. hayatında doğru dürüst dans etmemiş biri olarak balkonda, artan vergilere karşı dans eden padişah tebâsı gibi dans ediyorum. dakikalarca. bir daha ve bir daha. yorulana dek. sonra gözlerimi kapatıyorum, karşımda çeyrek ekmek gibi duran burgaz’a, sisten ve pustan kaybolmuş ama orada olduğunu bildiğim çınarcık’a karşı. az önce gördüğüm ve sanki ressam bob çizmiş gibi duran bulutlara fon olan mavi gökyüzünün deniz, üzerinde uçuşan martıların da birer yelkenli olduğunu farz ederek ve özlemlerimi içime atarak başka bir dünya hayali kuruyorum...
.