duvar - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

duvar




yolda gelirken açtığım radyo sayesinde unutmuştum oysa ki. ama ve lakin; ofise girip bilgisayarın açma tuşuna basar basmaz sanki beynimde başka bir düğmeye daha basıldı. ve sabah uyanır uyanmaz beynimde dönmeye başlayan, benimle tuvalete gelen, elimi yüzümü yıkayıp aynaya bakan, yüzünü buruşturan, üzerini değiştiren, asansörün zemin katına basan, çöpleri atan, ahmet beye günaydın diyen, hafif ayazda içi ürperen ve arabaya benden önce kurulan zeynep casalini şarkısı zihnimde yeniden aktive edildi. uyuyan dev yeniden uyandı. bir yandan şarkıyla mücadele ederken öte yandan gördüğüm saçma rüyayı hayra yormaya çalışıyordum. halbuki yapılacak iş basitti. direnmek, kendini kasmak yerine şarkının keyfini çıkarmak gerekirdi. ama işte karıncaya can veren rabbim öyle kodlamamış hücrelerimi. kapsama alanımda sadece varsayılan ayarlarım mevcuttu. ya ölü taklidi yapacaktım. yahut direne direne ölecektim. youtube açıp şarkıyı bıkana kadar dinlemek hayat repertuarımda yoktu. bunu yapmak aklıma geldiğinde ise çok geçti. başka bir evrende, dönüşü olmayan bir yoldaydım. apartman girişine yanaşan çöp kamyonundan koşar adım inen turunculu mavili iki belediye görevlisi ağzıma mikrofon sokarak röportaj yapmak istiyordu ısrarla. ben line of duty’nin 6.sezonunda beynime işleyen tek replikle cevap veriyordum. ‘no koment’. ‘no koment’. apartmana girene kadar peşimden geldiler. ohh kurtuldum derken tam asansörün karşısına kurulmuş koca ayaklı kamerayı görünce “ohaa” dedim. lakin çok üzerinde durmadım girişte bekleyen bir tanıdığımla asansöre binip bizim kata çıktım. iki kişi bindik ama üç kişi indik. aşağıda olmayan yağmur bizim kata çıktığımızda şiddetliydi. on birinci ve son katımız yerebatan sarnıcı gibi şıpır şıpır su damlatıyordu her yere. bir de işte, güvercinler daire kapıları üzerine yuva yapmakla meşgullerdi. elimi çantama attığında anahtarı bulamadım. kayıp mı olmuştu. evde mi kalmıştı? ben bunları düşünürken yanımdaki tanıdığım ve kapı üstlerindeki güvercinler de uçup gitmişti bir anda. zile defalarca basmama rağmen kapı açılmıyordu. üstelik zilin sesi de değişmişti. ben değiştirmemiştim. annem zaten değiştiremez. yanlış daire mi diye kafamı kaldırıp kapı numarasına baktım. 99, benim dairemdi. zile yeniden bastım. hayır, yine aynı müzik ve üstelik son ses zeynep casalini şarkısı geliyordu daireden. aşırı acıklı bir çııkmazdaydım. aşağıda röportaj bekleyen belediye işçileri, yukarıda kapı, duvar. çaresiz kapıya sırtımı dayayıp oturdum paspasın üzerine. zeynep hanım ise hiç durmadan söylüyordu. derin bir nefes alır gibi batıyoruz, yükümüz ağır. yeni bir söz söylemek için ölmek mi gerekir? zile basmadığım halde artık tüm apartmanda bu şarkı çalıyordu. ne ara geldiğini fark etmediğim turunculu belediye işçisi tam mikrofonu ağzıma uzatıp;  “bill gates yan dairenizi satın almış doğru mu?” diye sorduğunda zeynep hanım sustu. güvercinler yeniden kapı pervazına kondu. kulak çınlamalı, bir asır sürmüş gibi gelen uzunca sessizlikten sonra alarm çalmaya başladı. uyandım. baktım, üzerim açık kalmış. kalktım temiz hava için pencereyi açtım. o sırada sokaktan geçen  siyah audiden tanıdık bir melodi yükseldi on birinci kata; seninle bir daha aynı yolda yürümem..
.