sonsuzluk ve bir gün - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

sonsuzluk ve bir gün


ödem oluşmuşmuş. fizik tedaviye gelebilir miyşim? zorlamayıp ağır kaldırmayacakmışım. ödemi azaltmak için bir kez daha ilaç yazmalıymış. şeker hastalığım varsa o da yaparmış. ama bereket versin ki yırtık yokmuş. tendonumda şimdi adını unuttuğum yunan futbolcu ismine benzeyen bi’şey varmış. tendionis mi tendizonis mi ne, öyle bir şey işte. ama nasıl da inatçıymış. geçmesi zaman alırmış. egzersizlere devam etmeliymişim. öyle tane tane, öyle tatlı anlatıyordu ki bitmesin istedim cümleleri. çünkü hissediyordum, benim kelimelerim sona yaklaşıyordu. o hep anlatsın, ben hep dinleyeyim istiyordum. lakin sıradaki hastalara da haksızlık olmamalıydı. ama geçmezse fizik tedavi şartmış. "hayırlısı" dedim. o son cümlesini gülümsemekten yana kullandı. ben teşekkür edip çıktım.
.
yürümek istedim. güneşli bir park görene kadar yürüdüm. park sakindi. sırtını güneşe veren bir teyze. bankta pinekleyen bir kedi ve uyuklayan başka bir adam. üç insan bir kediydi mevcudumuz. köpeğini gezmeye diye tuvalete çıkarıp dışkısını poşetleyenler ise sayım hariciydi. genç adam ve kedi bayağı bir uyudular. teyze sırtını, ben yüzümü ve ellerimi ısıttım bir süre. neden sonra teyze bir hışımla yerinden kalkıp yanından geçen delikanlıdan telefon etmesini istedi. "teyze şifren nedir açılmıyor?" diye sordu genç adam. "1958" deyince teyze, bütün park yaşını öğrendik. delikanlı şaziye hanımı arayıp "çalıyor" dedi teyzeye uzatarak telefonu. teyze konuşarak uzaklaştı bizden. delikanlı ve ben arkasından baktık. genç adam uyandı. ben ayaklandım.
ben mi bir şeyleri kaçırıyordum ya da hafife alıyordum yoksa yurdum insanı mı abartıyordu?
önünden geçtiğim üç banka, beş markette aşırı yoğunluk vardı. yok canım, dedim. tesadüftür. kapanma paniği değildir herhalde dedim. ama dediğime kendim de inanmadım. eczaneden ilaçlarımı alıp çıktığımda emekliliğim böyle mi geçecek diye sordum sonra. elde bir torba ilaç, haftada bir hastane köşelerinde sıra beklemece? istemediğim hiç bir şeyi kimse zorla yaptıramazdı. o halde ben niye zorluyordum bu şehri ve gitmek için neyi bekliyordum hala? 
.
az daha unutuyordum eczanede eski bir türk filmi oynuyordu. bir replikasına gülümsedim eczacı hanıma fark ettirmeden. bakmamak için televizyona kendimi zor tuttum. eski türk filmlerini sevmiyorum artık. yenilerini de. neyi sevdiğimi bilmiyorum. sıkıcıydı her şey. haliyle aylak dolaşmaktan da sıkıldım. eve döndüm. youtube'da norah jones açıp,  zarifoğlu'nu elime aldım. lakin okumak da kâr etmiyor artık. okuyamıyorum ne vakittir. dizilerle beynimi uyuşturuyorum. canım çok sıkılırsa da böyle yazıyorum işte. affedin!
.