.
balkon: sigara içmediğim halde onlar gibi balkonda ve ayaktayım. sigara yerine balkon setine bıraktığım kahvemi içiyorum. kâh pazar sersemliğindeki cılız sokak hareketlerini, kâh burgaz’ın önündeki bir tutam durgun suya bakıp düşünüyorum. öyleyse varım!
.
sokak: nerdeyse yirmi beş dakikadır yaprak kımıldamayan sakin sokak, bir anda kovanına çomak sokulmuş arıların etrafı kuşatması gibi insanlarla doldu. sanki görünmez bir el düğmeye basmış gibi hareketlendi. ilk olarak karşı sokaktan, otuz beş yaşlarında saçlarını kazıtmış yeşil yağmurluklu, lacivert eşofmanlı bir adam kelini sıvazlaya sıvazlaya gelip solumdaki okul caddesine doğru telaşlı adımlarla giderken, sağ yandaki postane caddesinden gelen pespembe montunu sıkı sıkıya kapatmış, siyah taytlı kadın sabah sporunu icra ediyordu. ardından vücudu gibi ağır adımlarla gelen kır saçlı abi, taba rengi montu, lacivert eşofmanı ve spor ayakkabılarına eklediği filesiyle hem sporunu, hem alışverişini yapmanın gururunu yaşıyordu. sokağın tartışmasız en sevimlileri, en aşıkları, en saygıdeğerleri el ele tutuşup asırlık adımlarla yürüyen yaşlı çifti. en centilmeni ise; yolun ortasından yürüyen bu çifte korna çalmadan, sabırla kenara çekilmelerini bekleyen beyaz polodaki adamdı.
.
misafir: dün akşam sokağa çıkma yasağından önce yatıya misafir gelenler, şimdi yasaktan sonra yerin yedi kat üstüne sağ elleriyle allahaısmarladık işareti yapıp metalik gri arabalarına binip yuvalarına dönüyorlar.
.
zarifoğlu: bir pazarı daha onsuz geçmek olmazdı. yaşamak kitabı elimdeydi yine. ilk kez almış gibi kokladım kitabı. çikolata koktu. az önceki kahve keyfimden kalma olabilir miydi? yeniden kokladım. değişik bir aroma kokusu geldi bu sefer. ama yine çikolataya benzer. ilk sayfasını açtım. bir haziran 2013'de D.R'dan almışım. hatırlamıyorum. o yaz ne yapıyordum? hangi ruh halindeydim. zorladım. çıkaramadım. bir duayı ezberler gibi canım her sıkıldığında rastgele bir sayfasından mutlaka bir kaç satır okuduğum kitabı bir kere daha kokladım.
.
tembel: son zamanlarda bir çok şeyi ertelediğimi görüyorum. zamansızlıktan değil. üşendiğimden. en başta saçlarım. annemim deyimiyle "papaz gibi" oldum! pandemiyi bahane ediyorum meto'ya. ama hafta sonumun bir-iki saatini oraya harcamak. üstelik cumartesi trafiğinde arabayla git-gel. ölüm gibi. sonra biriken faturalar, makbuzlar, evraklar tek tek dosyalanmalı. en mühimi bilgisayara kaydettiğim,sevdiğim müzikler bir aydır telefona atılmayı bekliyor. ve yazılması gereken uzun bir mektup. şimdi düşünüyorum da; galiba hayatı da böyle basit üşengeçliklerle erteliyorum.
.
selâ: tam da bu satırları yazarken selâ verdi mahallenin imamı. mahalle eşrafından bir kişi vefat etmiş. ama tam anlamayadım kim olduğunu. allah rahmet eylesin. kimdir, hatun kişi midir er kişi midir, yaşlı mı genç mi, yalnız mı kalabalık mı, güzel mi çirkin mi, fakir mi zengin mi? koronadan sebep mi ölmüş yoksa başka sebepten mi? ama ne önemi var değil mi? bitti gitti işte. sevabıyla, günahıyla. en çok da otobanda kamyon arkası yazılarına kapıp gittiğimde geliyor işte aklıma. sonu çoktan belli olan bir hayat için çok fazla ve gereksiz çırpınıyoruz. üzülüyoruz. ağlıyoruz. bazen hatta abartılı seviniyoruz. ama işte hayat tam da böyle bir şey diyorum sol şeritte kilometre kadranını zorlarken. hayatın kendisi çelişki değil mi zaten?
.
eksi üç: fiko ile konuştum önceki gün. dönmemiş istanbul'a. ama kararsız. eksi üçe düştü sıcaklıklar, çok soğuk diyor, tek başıma sıkılıyorum diyor. yak sobanı otur aşağıya oğlum. bulmuşsun bunuyorsun, kardeşin hafızla ben senin yerinde olmak için neler vermezdik, unutma! diyorum. ben gidip biraz daha odun getireyim diyor.
.