“.. ben hala küçük resimlere bakıyorum. küçük resimler dediğimse bazı vesikalıklar. çünkü az da kalsalar cüzdanında vesikalık taşıyanlar, tam derdini açacakken komi gelip de ‘tabakları değiştireyim mi?’ dediğinde komiyi terslemeyenler, bir de kitap okurken altını çizenler var.”
gülümsedim.
kapı çaldı. tevfik abi sanıp daire kapısının tek gözünden baktım kimse yoktu. megafondan “kim o?” dedim. ses yoktu. kitabın başına oturdum. bir kez daha çaldı kapı. kalkmadım. bir daha çaldı. muhatabımın duymayacağını düşünmeden sunturlu bir küfür ettim. sonra bir daha çalmadı. kitabı bıraktım. ayağa kalktım. akşamdan beri ağrıyan dizlerimi pencere kenarındaki kalorifere yaslayıp dışarıya baktım. yerler ıslaktı. sanki yasak başlamış gibi kimsecikler yoktu sokakta. yol kenarına sıra sıra park etmiş muhtelif renkte arabalar vardı sadece. bir de ekmeğinin peşindeki kuşlar. kargalar ve martılar en çok. bir martı misal, az önce on üç katlı binanın çatısından aşağıya pike yapıp elektrik direğine kondu. benim gibi etrafı kesiyor şimdi. metalik yeşil toyota'nın arkasında bir karga ceviz kırmaya çalışıyor. sarman bir kedi uzaktan kargayı kesiyor. ama ortamda cumartesiye yakışmayan bir sessizlik var. düşün, karşı inşaattakiler de çalışmıyorlar. pazarları bile çalışıyorlardı oysa. belli ki herkesin kafası karışık. neden sonra bizim martı sıkılıp telaşla havalandı. tam o sırada ilk kez bir adam gördüm. bakkalın sokağından bizim sokağa girdi. siyah paltolu, siyah kasketli, uzun boylu bir adam. öksürüyor. pencereyi açıyorum. öksürüğü babama ne çok benziyor. adımları da öyle. hatta sağ eli cebinde, sol elinde burhan altıntop çantasıyla o vakur yürüyüşü. tam bizim apartmanın önünden geçerken durdu. kalp atışlarım hızlandı. bahçe kapısına baktı. sonra da başını yavaşça yukarı çevirdiği an kapı yeniden çaldı. gayriihtiyari ve otomatikman kapıyı açmak için sırtımı döndüm. az önceki cevapsız çalışlar aklıma geldi. hemen cama yönelip aşağı baktım. kimse yoktu.
.
* yekta kopan- bir de baktım yoksun
.