nicedir pas tuttu her yerim. en başta zihnim, sonra ellerim. nihayet kalemim. yazmakla yazmamak arasında kaderim. hafız’a diyorum; ne pandemi, ne beşiktaş ne de ekonomi. bizi diyorum; bu şehir mahvediyor olm.
“artık şarkı dinlemek istemiyorum. şarkı söylemek istiyorum” büyük şair gibi. biliyorum. yıllardır, aynı nakarat hep çünkü. trafik. gürültü. betonarme. kalabalık. artık trafikte kuralları hiçe sayan şerefsizlere, şerefsiz demek istemiyorum. yahut burgaz dönüşü, ruhuma saplanan o çirkin, gri yapıları görmekten yoruldum. keza, beni boğan kalabalıklar yerine, köyümün toprak yollarını adımlamak, kurşunsuz benzin yerine çam kokusu solumak istiyorum. patronun insanın önüne parayı koymasına tahammül edemiyorum. bir de yaptıklarına onay istemiyor mu iyice deliriyorum. tasdiklemiyorum tabi. susuyorum.
hafız da susuyor. muzdarip olduğumuz dert aynı çünkü. birbirimizin ağlama duvarıyız. bir de işte bu blog.
nihayet konuşuyor hafız.
“olm diyor daha dünkü çocuk, 25 yaşındaki adam bıkmış bu şehirden. öldürüyor burası bizi diyor. bedenimizde çıkan arazlarımız yaşlılıktan değil, içinde bulunduğumuz jeopolitikten.”
bu sefer ben susuyorum. kırk yıldır çünkü elimiz ayağımız olduk birbirimizin. bir de işte fiko.
.
güney batı karadeniz ile kuzey iç anadolu arasında. telefonu çekmiyor fiko’nun. ama hayatı son damlasına kadar içine çekiyor. gıpta ediyoruz. siz de gelin diyor bilmezmiş gibi kamburlarımızı. siz de gelin. yine de bir klişeye sarılmaktan imtina etmiyoruz. “bakarız” diyoruz. bakarız.
.
ben her akşam, balkondan burgaz’a bakıyorum. hafız okmeydanı’na. yalan yok şimdi. sevdiğim zamanları da var bu bakışmaların. bilhassa haftasonu sabahları. in cin top oynarken. kargalar kahvaltılarını yapmamışken. bu sessiz ve sakin, yavaşlamış dünyayı seviyorum. çok seviyorum. ama yine de gitmek istiyorum. o ayrı.
.