hasta siempre - 10 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

hasta siempre - 10


sevgili 182 servisinin 6 kez mesaj atıp 4 kez sesli aramasına müteakip saat 10:00 gibi hastanedeydim. aman allahım! tatile gidip de dönenler, gitmeyip de belgrad ormanında nöbet tutanlar, öğrenciler, uzaktan eğitim veren öğretmenler, aşçılar, memurlar, işçiler ama istisnasız bütün istanbul hastanenin bahçesindeydik. kimimiz yüksek giriş merdivenlerini iniyor. bazılarımız ise çıkıyordu. yarımız asfalta yolda, kalan yarımız toprak yolda bir aşağı bir yukarı gidiyorduk. şöyle bir geri çektim kendimi. bir bankın üstüne çıkıp şairin istanbul'a baktığı gibi tepeden nazar ettim insanlara. annemin bahçeli evindeki karıncalar gibiydiler. belli bir otomatiğe bağlanıp çaresizlik içinde sağa sola, ileri geri koşturuyorlardı. karıncalara mı yazıktı bu insanlara mı bilemedim? çok düşünmek istemedim. dahiliye polikliniğine yöneldim. doktorumun ışıklı tabelası sönüktü. randevu saatime beş dakika varken dışarıda bekleyen bir çifte sordum.
-içeride hasta var mı?
-yok ama faik diye seslendiler. siz misiniz?
-hayır ben kara muratım (içimden) diyerek kapıyı vurup içeri girdim.
aaa. doktorum yerine başkası vardı. lakin kapıda onun ismi. tc kimliğimin son iki rakamını sordu. öyle kaldım. çünkü hepsini ezberlemeye programlanmıştım. sesli olarak kimlik numaramın 11 rakamını 3-3-2-3 düzeninde okuduktan sonra, son iki rakamını tekrarladım. "kırk iki" dedim. vekil doktor ya da asistan güldü.
- peki nedir dedi şikayetiniz?
nerd'en aklıma geldiyse ferdi tayfur'a bağladım. geçen yıl bu zamanlar dedim. bir kaç saniye sustum. "evet geçen yıl bu zamanlar subakut tiroidit oldum ben hocam" dedim.
hocam şaşırdı. şöyle bir irkildi. başını geri çekti. dudaklarını büzüştürdü.
subakut tiroidit ha dedi. basbayağı şaşırdı. ama ketumdu. neye şaşırdığını belli etmedi. benim subakut tiroiditi bilmeme mi, yoksa onu hatasız söyleyebilmeme mi yahut yakışıklılığıma mı şaştı bilemedim. ama devlet hastanelerine hasta doktor mahremiyetini bilecek kadar gidip geldiğim ve ayrıca asıl doktorumu merak ettiğim için pek ses etmedim. sadece "a. hanım seneye kontrol edelim demişti değerlerimi, asıl onun için gelmiştim." bu arada a. hanım bugün gelmeyecek mi sorusunu sıkıştırdım araya. yanlış anlaşılacağını bile bile, yanlış anlamayın ama diyerek sormuştum. kaşları çatıldı vekil doktorun. "bugün işi çıktı yerine ben bakıyorum" dedi. şu şu şu tahliller önemli diyerek bir sürü latin ismi söyledi yine. aklımda tutamadım. o da çok üstelemedi. "yarın sonuçlar çıkar, a. hanıma gösterirsin" dedi. dövdü mü sevdi mi işini mi yaptı yine bilemedim. oysa geçen yaz boyu a. hanım teşhis ve tedavi etmişti beni. sanki özel doktorum gibiydi. tüm değerlerimi biliyordu. evet özelin doktorları cep telefonlarını bile veriyordu. istediğimiz sorudan başlayıp soru da sorabiliyorduk. ama işte ben yine de devletimin doktorlarını çok seviyordum. vekil hanıma teşekkür edip çıkarken o "geçmiş olsun" dedi barıştık.
kapının önü, laboratuvar içi ve dışı ana baba günüydü yine. millet gelecek olan covid-19dan değil gelmiş olan, halihazırdaki küçük ya da büyük hastalıklarının derdindeydi. corona sonraki işti. onların için topuğunun ağrısı, bir türlü inmeyen şekeri, tiroditi haşimatoya bağlamış mıydı, çıkan tansiyonu, düşmeyen kolesterolü mühimdi. anlıktı. onlar da anı yaşıyordu. sıram gelip kolumu deldirdikten sonra bantı yapıştırmak için dışarıda bir gölge bankına oturdum. yine insanları izledim. bizim bahçenin karıncaları gibiydiler. sabit duran kimse yoktu. o sırada telefonuma bir mesaj geldi. 182'ydi. işin bittiyse hastane etrafında oyalanma hadi evine git artık diyordu. kafamı yukarı kaldırdım. bir sola baktım. bir de sağa. sonra tekrar sola baktım. geldiğim ağaçlı yoldan evime doğru yürüdüm..
.
jason mraz - look for the good