çıkmaz - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

çıkmaz


pandemiden bu yana ilk kez metroya bindim. yine aylar sonra piraye kafe’ye geldim. öncesiyle birlikte tam dokuz ay aradan sonra. bir canlının cenine düşüp gelişip dünyaya teşrif ettiği vakite denk. uzun. ya da kısa. mesele bu değil. peki nedir, mesele nedir ilhami ağbi?*
hayat bilgisi derslerinde öğretmediler çünkü. matematiğin zaten kendisi hep problemdi. fizik kuralları da bize uymadı. kala kala elimizde kısıtlı bir türkçe ve sağdan soldan ödünç alınmış bir edebiyat. hayatımın tek bilgisi. yazmak oldu belli bir yaştan sonra. çünkü ve zira yazmasam sait faik olabilirdim! yeri geldi kalemimi yonttum. yeri geldi mavi mavi tükettim. işte son on dört yıl da arial ve verdana fontları arasında gidip geliyorum. ama aslına bakarsan ben en çok georgia’yı seviyorum. 
pandemiye gelirsek. ne bazı arkadaşlar gibi kahrettim. nerden çıktı bu diye isyan edip küfürler savurdum havaya. ne de paranoyaklaşıp dünyaya küstüm. ara’larda bir yerde dolanıp durdum yedi aydır. tıpkı hayatım gibi. hani yeditepe istanbul’un yusuf’unun “çünkü ben yarım kalmış bir niyetim” dediği gibi ben de arafta yaşamak için gönderildiğimi düşünüyorum artık dünyaya. hep bir şeylerin, birilerinin arasında. herkesin kıramadığı bir döngüsü var bu hayatta. benimkisi de bu oldu. işe gidip eve döndüm eskisi gibi. arada çıkıp güneşlendim yine. insan yoğunluğu az olan kafelerde elbette. denize de girdim. ada’ya da gittim motorla. maske takıp, çantamda kolonya taşımak dışında hayatım pek fazla değişmedi. keza kalabalık ortamlara girmemeye gayret ettim. canım kadıköy isteyip de yorgunluğum ve bezginliğim galip gelince boku pandemiye attım. aslında takatim yoktu gitmeye. bu şehirde yaşamaya. kaç aydır artık geri gidiyor ayaklarım işe giderken. patronun cambazlıkları. büyükşehir kaosu. üstüne bir de pandemi. böyle olunca, mecbur ahmet kaya. nazan öncel listebaşım oluyor. nerede duracağımı bilmiyorum. bakmayın siz metroda ‘burada durunuz’ demelerine. gitmekle kalmak arasında sıkışıp kaldım. megaköy istanbul yerine ona yakın, hiç bilmediğim gerçek bir köyle çok uzaktaki kendi köyüme gitme hayallerimin sayısı arttı. ama hayal işte. burada kaldığım her gün ölüyorum. tüm bağlarımı koparıp gidersem de orada öleceğim. biliyorum. sophie’nin seçimi geliyor aklıma. aynı değil farkındayım. ama aklımdan da çıkaramıyorum. böyle hayal dünyasında yaşarken ve bazen, piraye kafe’de yemek yiyen insanların masalarına içli içli bakan kedilere benzetiyorum halimizi. ama onlar bizden şanslı. onları seven, yiyeceklerini paylaşan insanlar mutlaka oluyor. fakat hayalimizi gerçekleştirmek için en başta bizim kendimizi sevmemiz gerekiyor. en zoru da bu işte sevgili ilhami ağbi. en zoru da bu!
.
.
* ilhami algör - fakat müzeyyen bu derin bir tutku