tomris uyar’ın kalenin bedenleri hikayesinde dediği gibi;
“yıllar sonra bakıldığında, irkiliniyor.”
“yıllar sonra bakıldığında, irkiliniyor.”
ama işte benim gibi, altmış yıllık bir fotoğrafı ilk kez görüyorsa, üstelik o fotoğrafta kanından ve canından bir parça varsa irkilmekten öte, şehir cereyanına tutulmuş gibi titreyebiliyor insan.
yıllardır, nasıl olmuş da görmemişim bu fotoğrafı.
yıllardır, nasıl olmuş da görmemişim bu fotoğrafı.
siyah beyaz elbette. kim artık nasıl sakladıysa. bir mektup gibi dörde katlanmış. kat yerlerinde ince beyaz çizgiler. arka fonda, derme çatma bir dükkan. duvarı kerpiç mi tuğla mı seçilmiyor. lakin cama yapıştırılmış küçük fotoğraflardan, bir fotoğrafçı dükkanı olduğu aşikâr. belki yer darlığından, belki o zamanın geleneğinden dükkanın önünde poz verdirilmiş. iki sandalye etrafına kümelenmiş dört insan. doğrusu, bir kadın ve boy boy, yaş yaş üç erkek çocuk. kadın ve en büyük çocuk tahta iskemleye oturmuş. kafası üç numaraya vurulmuş önlüklü çocuk ortalarında ve ayakta. kadının kucağında ise bir ya da iki yaşında başka bir çocuk. büyük çocuk benim babam. on dörtmüş yaşı. oysa bu fotoğrafta yirmi olduğuna yemin edebilirim. kadın, babaannem. ki onu hep gözlüklü bildim, tanıdım. biraz da otoriter. şimdi işte, bu siyah beyaz anıda gözlüğü yok. biraz olsun gülümsemeye çalışıyor. ama gözleri özlem tütüyor. çünkü büyük oğlu askerde. zaten bu fotoğrafta hatıra olarak ona gidecek. dedem yok bu fotoğrafta. çünkü babamın öldüğü yaşta ölmüş o da. kucağındaki çocuk, oğlunun oğlu. yanında siyah önlük, beyaz yakayla on yaşlarındaki çocuk ise küçük amcam. ben tabi babamla ilgileniyorum ilk andan beri. şaşılacak derecede kendimi görüyorum orada. hatta o yaşlarda neredeyse tıpa tıp bir fotoğrafımız var. memlekete gittiğimizde, yıllardır görmedikleri halde suretimden hemen tanıyıp sen falancanın oğlu değil misin diye sormalarını şimdi daha iyi anlıyorum. daha dikkatle bakıyorum fotoğrafa. şaşkınlıkla, mahcubiyet arası yüz ifadesini gördüğümde doluyor gözlerim ilkin. kim bilir ilk fotoğrafı belki de. benim gördüğüm en genç fotoğrafı çünkü. sonra sol eli. sanki elinde bir sigara varmış gibi birleştirmiş parmaklarını. bu anı da görmüştüm çok defa. otuz, kırk, kırk beş, elli yaşlarında.
çok koyu olmayan ama kalın bir takım elbise var üzerinde. kıştan henüz çıkılmış ama bahara da girilmemiş gibi. güneşli ama soğuk. sanki şubat. belki mart başı.
açık renk gömleğinin üzerinde, yine açık renk bir süveter. V yaka. halbuki hiç V yaka giyerken görmedim onu. hatta hep gömlek giyerdi. çoğunlukla koyu renk ve siyah. bu tercihi ne zaman ve ne oldu da değişti acaba?
hem bu fotoğrafta bir şey eksik. madem asker olan büyük amcama gidiyor bu aile fotoğrafı. amcanın da çocuğu var. o vakit yengem nerede?
hayır çok şükür hayatta hala.
ama?
adet midir, töre midir, nedir?
fikrim yok hiç.
sanırım kendi özel mektubuyla ayrı bir fotoğraf yollamıştır yengem. belki bir tutam da saç. kokusunu da ulaştırmıştır. hem şimdiki gibi çok kısa değil o zamanlar askerlik. hatta hayat da çok uzun. çabuk tükenmiyor olmalı hiç bir şey. özlemler, sevgiler, aşklar, arkadaşlıklar, dostluklar. verilen sözler...
fotoğrafa dönelim biz evet.
bu fotoğraf diyorum; babam kokuyor. biraz maltepe sigarası. biraz da demli çay. yıl bin dokuz yüz altmış. anılar siyah beyaz. elbette biraz hüzünlü. biraz kırık. biraz şaşkın. biraz da mahcup. ama ekseriyetle ölü. çünkü bu fotoğraftakilerin çoğu artık hayatta değil. askerdeki amcam dahil...
sadece bir kişi hayatta, yıllar sonra bu fotoğraftan haberdar olmamı sağlayan, fotoğrafı bana veren kişi. babaannemin kucağındaki o bebek!
..