şair leyla sokak kırk numarada yaşıyorum* - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

şair leyla sokak kırk numarada yaşıyorum*

“mutluluk üzerine bir cümle söylemeyi düşünüyorum. çelişmesiz ve imla kurallarına da uyabilsin. ‘aniden açılıyor kapı, içeri kim girse beğenirsiniz..’ felanla başlayan. otuz kişilik koğuşta kömür gibi yatıyorum. bin dokuzyüz yetmiş yılında ben nerdeyim.” (ankara,1970)
.
zarifoğlu’nun yaşamak kitabını her açışımda bu paragrafı mutlaka ve en az iki defa okuyorum. bugün ama dört kez. çünkü nazan öncel çok içli söylüyor. insan sormadan edemiyor. 


peki iki bin yirmi yılında ben nerdeyim?
.
galiba ve en çok iki bin on beş yılındayım. hayatımın ‘yok’ yılı. tanpınar’ın huzur’u ile ‘pessoa’nın huzursuzluğu’nu aynı anda okuduğum günler geldi aklıma. çünkü şimdi yine aynı koordinattayım. balkondayım. üç sayfa tanpınar’dan, beş sayfa pessoa’dan okuyorum. geçmişim mi yoksa geleceğim mi beni daha çok üzüyor. anlamaya çalışıyorum.
.
şöyle diyor on ikinci kısımda pessoa; “hissetiklerimi yazıyorsam, hissetmenin ateşini azaltmaktan başka çarem olmadığından.” 

peki şu an ben ne hissediyorum?

temmuzun yirmi altısı, yirmi birinci yüzyılın istanbul’unda.
yıllardır, beni ‘hasta’ edenin, huzursuz yapanın pazar günleri olduğunu düşündüm hep. oysa bunun böyle olmadığını yeni yeni anlıyorum. izlediğim filmlerin, okuduğum kitapların etkisi ve dahası sevmediğim işimin bir parçası olarak ilk iş gününden önceki son tatil günü olması kaygısıyla düşman olduğumu düşündüm pazarlara. mutlaka ama mutlaka mutlu geçirilmesi gereken bir gün nazarıyla baktım. oysa ki mecburiyetler ve otoriteyle hep sorunum olmuştu. beni boğanın bu coşkun kalabalıklar, büyükşehir aceleceliği, rüzgarımızı emen beton sıcaklığı olduğunu geç farkettim.
.
daha fazla duramadım. sokağa attım kendimi. parka gitmekti niyetim. ama nasıl olduysa her zaman ve virüse rağmen hıncahınç dolu olan semtin pastanesi bu sefer bomboştu. üstelik köşede, rüzgarı her yönden alan masa da kimsesizdi. neredeyse koşarak gidip kuruldum masaya. adeta bir tören havasında siparişimi verdim, maskemi çıkardım, kulaklığımı taktım ve yazmaya başladım.
.
tuhaf olan şu ki; enseyi karartan onca cümleden sonra şu an içimde bir bayram havası var. sanki ankara’dan abim gelecekmiş gibi. yahut da trenle uzuuun bir yolculuğa çıkacakmışım hissi. içimdeki bu kadar tantanaya rağmen, hissettiğim tüm bu şenlik havası; dinlediğim şarkıların, rüzgarın ve içimde hala barındırmaya devam ettirdiğim -ahmet kaya’nın aksine asmayıp da beslediğim- iyi niyetlerin hatırına olamaz mı?
olabilir..
ya da
kime sorsan söyler, sol taraftaki eski ev
.