dünya yıkılsa bile sabahları en içten gülümsemesiyle günaydın deyip “bugün ıhlamur mu yapayım kış çayı mı?” diye soran mutfak görevlimiz var. buna karşın, kasımdan beri işe gelmemek için her sabah kırk takla atıp kafamda bir düzine tilki dolaştıran yorgun bir ruh ve uyuşuk bir bedenim. olmayacağını bildiğim hayallerim. sonra. kırgınlıklarım. özlemlerim. sitemlerim. bananelerim. mevsimi geçmiş bahanelerim. kimsenin görmeyeceği yerde sakladığım, bazen benim bile unuttuğum hüzünlerim. entübe olmuş melankolilerim. tabii ki, genç werther’e taş çıkartan acılarım. ama anlık sevinçlerim. vazgeçemediğim kokularım. içimi kemiren korkularım. dilemmalarım da var elbet.
şimdi sorsan peki..
ben ruhi bey nasılım?
iyiyim derim.
iyiyim.
iyi.
ama işte iyi değilim.
çünkü ben en çok iyi olmadığımda yazıyorum. çalakalem. noktasına virgülüne bakmadan. -küçük ve büyük ünlü uyumlarıyla zaten ezelden küsüm.- büyük harfle konuşmaya ve yazmaya muhalif, edebiyatın, yazının, belli bir kalıba sokulmayacağı fikrini savunanlara dost. şekilcilere düşman!
böyle işte; etna yanardağı’na nazire yapar gibi. içimden çıkan hiç bir kelimeyi ve dahi harfi, çar çur etmeden, kimilerinin kalbi gibi beyaz -benimki gri- sayfalara teyelliyorum devrik cümlelerimi.
süreya, cansever için fazla şiirden öldü diyor ya hani. galiba ben de fazla yazmaktan.
desen ki bana şimdi..
ruhibey.
nasılım?
eksik olma derim.
üst üste aynı rüyaları görmekteyim. fakat anlamını çözmekten ürkmekteyim demem. yıllar evvel dediğim gibi hala nisan yağmurlarında eşgalsizim. baharı beklerken gerçeğini yitiren bir meczubum.
yoo tövbe! bunu da demem.
peki gerçekten nasılım?
sorsan bir ruhi bey..
derim ki; elhamdülillah, sağlığına duacıyız.
içimde yanıp duran olimpiyat meşalelerinden zerre bahsetmem. istanbul boğazının giriş ve çıkışlarını kapatacak kadar devasa bir kaya parçasının altındaymış hissimi de söylemem. her can sıkıntımda oturup izlediğim artık neredeyse repliklerini ezberlediğim filmleri anlatırım. güneşli pazartesiler’i överim. paul auster derim. smoke(1995) filminden bahsederim. finaldeki şahane adamın, tom waits’in adını veririm de asla ve kat’a iyi değilim demem.
ruhi bey.
hani olur da soracak olursan..
ruhi bey ben nasılım?
idare ediyorum derim.
kaybolduğumu itiraf edemem. yetenekli ama tecrübesiz bir yazarın ilk romanının bir türlü yazılamayan giriş cümlesi gibiyim diyemem. keza teoman’ın havaalanında kaybolan bavulu gibi hissettiğimi de. fakat beşiktaş’tan bahsederim. benden yaşlı olanların ve tabii ki babamın onbeş yıl beklediği, benim bir iki yıl beklediğim şampiyonluk (1981-82) kadrosunu ezbere sayabilirim. yahut soğuk bir akşamüstü babamla haydarpaşa önünde tornistan yapan vapurun içindeki, benim kalbimdeki çocuk sevincini anlatırım. haydarpaşa’nın sarı ışıklarını. vapurdan atlayıp trene seyirtişimizi. trenin kalkmasına daha vakit varken dünyanın en güzel sandviçini yediğimizden bahsederim. florya’da ilk kez denize girip ilk kulacımı babamdan öğrendiğimi de anlatırım. ama ve lakin artık biliyorsun ruhi bey.
ben nasılım?
iyiyim.
iyi.
demeyi çok isterdim.
ama...
.
* edip cansever
.