saat;12:38. gün; 11 nisan. yıl 2020. dünya, motoru stop etmiş gemi gibi kendi kendine süzülüyor evrende. kaptan kirk köprüden hasar tespit sonucunu beklerken ölüm sessizliği hakim. çünkü biz uzay 1999 çocuklarıyız. yani ve en azından bir kısmımız. bilim kurgu filmlerden aşina olduğumuz, yaşı yetenlerin ise 12 eylül ve nüfus sayımlarından tecrübe ettiği biraz nahoş anılara vesile olan sessizliğin sesini dinliyorum şimdi balkonumda. çünkü la casa de papel’i bir oturuşta bitirmek istemiyorum. ve aklımı kurcalayan olumsuzlukları dinlemek istemiyorum 4 duvar arasında. bir de işte güneşi çok seviyorum bu mevsimde. bana yasak koymalarına gerek yoktu. zaten balkonda oturacaktım gün boyu. çay. müzik. kalem. ha yalan yok şimdi. on dakikalığına da olsa sahile inerdim. tuzlu su kokusunu içime çekip eve dönerdim. dönüş yolunda bir rüzgar eser, bir koku duyar seni hatırlardım. sen gelince de aklıma, kesin cemal süreya’dan bir dize düşerdi zihnime. tıpkı şimdi olduğu gibi.
sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
elimde uçuk mavi bir kalem
cebimde iki paket sigara
hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
..
lakin balkondayım bugün. balkon mühim çünkü. olmayanlar için üzülüyorum aslında şu kısıtlı günlerde. hele ki güneş alan balkonu olmayanlar için daha çok.
şimdi işte; terk edilmiş kasabayı andıran semtimizde çok uzak sayılmayan ama yakında olmayan bir mesafeden gelen ilk ses, bir ambulans sireni. hemen peşinden getir.komcuların mı sucuların mı olduğunu bilemediğim bir motor sesi. akabinde, tepemden geçen boing bilmem kaç model uçağın yorgun ve homurtulu sesi. kim bilir hangi kıtadan hangi ülkeye gidiyor? afrika dahil mi hariç mi kimse bilmiyor. yine ismini bilmediğim alacalı bir kuşun karşı çatıdan bana ulaşan cırtlak sesi. flütü yeni öğrenmeye çalışan orta ikideki halim gibi tıpkı. ya da orta üçte söylediğim ilk ve son türkümdeki gibi iğrenç bir ergen sesi. ve fakat serçelerin uzaktan seçilen sesi bu yoklukta en tanıdık olanı. inşaat demirinde tüneyip amansızca kıçını yırtan kara karga gibi. nihayet on kat aşağıdan, sert bir şekilde kapanan araba kapısı. kamyonet olmalı tok ve ağır bir ses çünkü. muhtemel kargo kamyonu. ve az önce, gölgede kalan masamı ve sandalyemi güneşi tam karşılayacak alana alırken çıkardığım gürültüyle mahallenin akorduna bir parmak da ben atmış oldum. lakin yalnız değilim. karşı apartmanın beşinci katında asmak üzere olduğu çamaşırları silkeleyen, sadece ellerini görebildiğim kadının sebep olduğu ses mahallenin ritmini bir anda değiştirdi. mahalle senfonimiz her telden şimdi. bir cırtlak sesli kuş, bir kırmızı penye, bir karga sesi, bir mavi kazak, sucunun motoru, martının gaklaması, siyah pantolon, tekrar sucunun motoru, ağlayan bir çocuk, havlayan köpek ve eflatun gömlek sonra. niye bilmem eternity and a day geldi aklıma. hayat tuhaf, salgınlar falan..
.
şimdi saat, öğleni biraz geçmiş durumda. takvim hala 11 nisan 2020. dünya sakin, kuytu bir koya demirlemiş gemi gibi sükunet içinde ve kendi ekseni etrafında dönüyor. insanlık nefesini tutmuş, sanki kaptan kirk'ü bekliyor. ya da godot'u..