karlakarışık - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

karlakarışık



hiç gitmediğim yollardan gidiyorum. bilmediğim rüyalardan geçiyorum. tanıdığımı sandığım ama daha evvel hiç konuşmadığım insanlarla dertleşiyorum. üstelik fransızca. ama hayvanlarla geçinemiyorum. annemin yıllar önce kaybolan kedisi sarman önüne attığım fareye bakmıyor bile. elimdeki çaya sırnaşıyor. öyle iştahlı ki göğsüme kadar tırmanıyor. itiyorum elimin tersiyle. ak sakallı dede “yazık oğlum hayvana” diyor. yaşlı kedi bana küsüyor. on iki ay taksitle aldığımız gürgen masanın ayağıyla kanka oluyor. sarıp sarmalıyor. umursamıyorum.
 “hava iyice soğudu, kombinin ayarını biraz açsak mı?” diyorum.
 “yok oğlum doğalgaz faturası çok gelir.” diye itiraz ediyor annem. üşüyorum. sanki bir yerlere kar yağıyor. ama bize değil. canım acayip yazmak istiyor. oysa az önce, koca bir kupa çayın üzerine gelen bir bardaktan sonra daha çay getirme demiştim mücver hanıma. nouvelle vague çalarken ve hava böyle soğukken çokacayip yazmak istiyorum. hem böylece belki ellerim de ısınır. ama işte çay mühim. çaysız çünkü düşünemem, yazamam. kıdemli müdür olduğuma bakmıyorum kırıldıkça kırılıyorum.
ya mücver hanım ikinci bardağı istemedim ama müsaitsen bir çay daha alabilir miyim?” diye incele incele inceldiğim yerden kopuyorum. az önce aynada kendime bakarken lapa lapa yağan düşünceler şimdi bir bir eriyor zihnimde. ne yazacağımı unutuyorum. notlarımı bulamıyorum. ben bu kadar dağınık değilim aslında diyorum. annemin titizlik olimpiyatlarında kazanmış olduğu üç altın madalyasının altında ezildikçe eziliyorum. ve aynada bir yabancıya bakıyorum sanki. şiirlerden medet umuyorum. lakin herkes bodrum’a çekilmiş. etrafta bir allah’ın şairi yok. her daim yanımda olan ezberime güveniyorum. çok güveniyorum. biliyorum ilhan berk’de bana güveniyor. bir iki kez öksürüp boğazımdaki gıcığı temizliyorum önce. ak sakallı dede, annem ve sarman lacivert masanın başına toplanmış dikkatle bana bakıyorlar. nasıl oluyorsa oluyor, arka fonda nouvelle vague susup yedi karanfil çalmaya başlıyor. sanki birazdan yılmaz erdoğan; ‘otlu peynir kokusuydu babam’ diyecek. öyle bir ambians. öyle şairene bir sıcaklık. hayatımda ilk kez, bir topluluk önünde şiir okuyorum.


siz ne güzeldiniz benimle bilemezsiniz.
A harfinden bir çarşı güneşi yüzünüzde.
helene uyruklu bir rüzgardınız her şiirde.
benimdi, ronsard’ın bir ülkesiydi yeriniz.
şimdi kim bilir istanbul’sunuz, değilsiniz *



sonrası, uzun bir sessizlik. çayımdan bir yudum alıyorum. karanlık sayılabilecek bir odada yalnızım. fonda yeniden nouvelle vague şarkıları dönüyor. üç gündür dinmeyen yağmur camları dövüyor. ve ellerim yeniden çok üşüyor. oysa bu kadar kafiyeye bulaşmayı ben istemedim. hiç istemedim. benim yolum mulholland çıkmazı fakat david lynch’i günahım kadar sevmem diyorum. ikinci yeni taraftarları sosyal medyada beni linç ederlerken. anlatamıyorum. ama bir yer var biliyorum. oysa hiç ağlamak istemiyorum. sesimi duyun yeter. şarkılar diyorum çünkü, çok güzeller. ve hayat diyorum sevene her gün bayram. lakin karşıdaki hurdacından gökyüzüne yükselen beyaz duman aklımı çeliyor. kuş olamıyorsam buhar olup uçayım bari diyorum. bu fikir aklıma yatıyor. ak sakallı’yı arıyorum. bulamıyorum. masanın altında yatan sarman’a “come on baby” diyorum elimdeki çayı uzatarak. sarman titizlikle avına yaklaşan, bir bengal kapalı gibi ağırdan alarak, usul usul geliyor yanıma. ben tam özrümü kabul etti diye sevinirken ani bir pençeyle elimdeki çay bardağını yere çalıyor şerefsiz. çıkan şangırtıya annem koşup geliyor “sarman sarman” diye. ak sakallı hala ortada yok. yerde cam kırıkları, havada kar kokusu, gezegende fırtına öncesi sessizlik var. sonra her şey birden bire oluyor. gök kükrüyor, biri dünyanın bütün ışıklarını yakıyor. ben nefes alamamaya başlıyorum. üstümde feci bir ağırlık. sanki birisi boğazımla birlikte ruhumu da sıkıyor. kafamı hafif kaldırıp bakıyorum, ak sakallı tam göğsümün üzerine oturmuş, arkasında da bir fil yavrusu; “uyan evlat, uyan. işe geç kalacaksın!” diye çırpınıyor. uyandım. gözlerimi araladım. ak sakallı yoktu. fil yavrusu küçülüp göğsümün içine oturmuştu. sıkıntı artarak devam ediyordu. saate baktım. servise yetişmem imkansızdı. perdeyi araladım. hava yağmurluydu. bu durumda yapılacak iki şey vardı. patrona ‘hastayım’ diye mesaj attım. sonra da gerisin geri yattım.
.
.
* ilhan berk - siz ne güzeldiniz benimle bilemezsiniz