belki - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

belki


bazı günleri olur hani insanın, kimlerin ve kimsenin dinlediğini, okuduğunu düşünmeksizin saatlerce konuşma, yazma istediği olur ya. işte o günlerden biri bugün. konuşmaya nereden başlayacağını bir türlü bulamayan ama bulunca da kelimelerin tıpkı bir kazak söküğü gibi peşi sıra dizileceğinin bilindiği anlar bahsettiğim. ve o günün benim için bir pazar günü olacağını zaten biliyordum. ama ve fakat neden pazar olduğu hakkında hiç bir fikrim yok. işin aslı; yazıya nereden ve nasıl başlayacağım konusunda da en ufak bir düşünce kırıntım yok. belki yardımı olur diye az önce balkona çıktım. güneşin huzuruna. -ki; en sevdiğim mevsiminde şu an.- karşımda beton blokların izin verdiği kadarıyla burgaz. hakeza kınaalıada. aradaki boşlukta ağır ağır yol alan gemicikler. tatlı tatlı esen rüzgar. oysa balkona çıkmadan az önce, kitaplığımda iki cümlesiyle yanıma yoldaş, canıma candaş aradım. her zamanki gibi tek kişi de karar kılamadım. dört benzemezi koydum heybeme. cemal süreya, cahit zarifoğlu, tezer özlü ve mehmet günsür. hepsinden birer cümle okursam belki açılırdım. lakin şu saate kadar birinin bile kapağını açmadım. solumda, masamın üzerinde güneşleniyorlar. ve ben düşünüyorum. hayatımı. kırılma çizgimi. geçmişte neden böyle bir yola girdiğimi. her vakit güvendiğim sezilerimi, iç sesimi azarlayıp neden burnumun dikine gittiğimin hesabını yapıyorum şimdi bu pastırma kasımında.
kitaplarımı elimin tersiyle itip biraz daha yer açtım masada. ve içimdeki bütün kırgınlıkları, hezimetleri, ya şöyle olsaydıları, ama buna mecburdumları, keşkeleri, iyikileri orta yere boca ettim. tek tek ayıklıyorum şimdi.
.
biliyorum tam da bu saatlerde, çekirdek aileler, sevgililer, kankalar, facebookta yeniden birbirini bulan lise ve üniversite grupları kırk sekiz çeşit ürün vaad eden serpme kahvaltıcılarda hayatın acımtrak yanlarını unutmaya çalışıp şen ve şuh kahkalar, selfieler, grup fotoğrafları, çatal bıçak sesleri eşliğinde pazartesiyi, mikro ve makro sorunlarını bir süreliğine düşünmeyip yok sayıyorlar. yahut pause tuşuna basıyorlar. etraflarında dört denen garsonlar koparacakları bahşişin hesabının yanında onlar gibi olmaya özeniyorlar. pazar kahvaltıcılarının onları düşünecek ne vakitleri, ne istekleri var. yumurtanın sarısını beğenmiyorlar. ama yeşil zeytin esaslıymış. ayvalık’tanmış. peynir ezine’den. domatesler de organikmiş hem. nihayet çakma sarışın en ağdalı soru cümlesini bırakıyor üç masanın birleşmesiyle oluşan sofranın orta yerine; canımcımcıklarım, ajdacım ve şenercimle biz düşündük ki; bu buluşmalarımızı ayda bir değil de haftada mı bir mi yapsak? ne diyoorsunuz?
zamanında ben de çok bastım pause tuşuna. o kadar çok bastım ki şimdi artık çalışmıyor durdurma tuşu. çünkü ve biliyorsun ki; hayatın bir anlık bile olsa boşluğu yoktur. sen durdurdum sanırsın oysa ve ama o yine bildiğini okur. su gibidir çünkü. bir yolunu bulur.
akar gider. sen sadece arkasından bakarsın. ya da işte insiyatifi ele alırsın. sen yönlendirirsin hayatını. pek çok insan gibi ben de insiyatifi ele alamadım. galiba ve doğrusu korktum. fakat işte değişen bir şey olmuyor. macellan gibi dönüp dolaşıp aynı yerde bekliyorum. saatlerce. günlerce. aylarca. ve hatta yıllarca.
bir yanda yıllardır kurduğum hayallerim. öte yanda gerçeklerim. 
hayat tıpkı yıllar yıllar önce yaptığı gibi yine seçenek sunuyor. fakat bu kez susmuyor. konuşuyor da şerrefsiz!
‘boş yere bana bok atıp durma. ben koşulları, seçenekleri getiririm önüne. sen de seçersin. bak gene ağlayacaksan. hiç oynamayalım.’ diyor. işine gelirse diyor. ya deve, ya diyar diyor.
.
nefes almak güçleşiyor. balkona çıkıyorum. balkon kirlenmiş galiba diyorum. oysa en son 29 ekimde yıkamıştım. bir kova suyu boca ediyorum küçücük balkonuma. başımı kaldırıyorum. bir martı süzülüyor denize doğru. yok canım ne işareti. işaretlere ve mucizelere oldum olası inanmıyorum. arabamın fırçası ile balkonu fırçalıyorum bir sağa, bir sola. hınçla, azimle ve kafamda milyon tane düşünceyle. yorgun hissediyorum. fırçayı bir kenara atıyorum. rejisör koltuğuma oturuyorum. uzaklara, çok uzaklara bakıyorum. iki apartmanın arasından bir gemi geçiyor. öyle yavaş. ama öyle de hızlı. hayatım geçip gidiyor gözümün önünden. ben sadece izliyorum. sanki o gemiye yetişirsem ve binersem. belki diyorum.
bilemiyorum...
.
fiona joyce - this eden