metroda game of thrones - II - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

metroda game of thrones - II

metro çığırtkanı en mekanik sesiyle, “yaklaşmakta olduğumuz istasyon bostancı” deyince alelacele okuduğum kitabı çantama koydum. hemen peşinden aynı telaş ve hızda yakın gözlüğümü çıkarıp önce siyah kutusuna, kutuyu da yeşil çantama koydum. hemen akabinde çantamdaki uzak gözlüğümü alıp gözüme takmıştım ki karşımda, kapının ağzında dikilen, yirmili yaşlardaki sıska oğlanın gözlerini belertmiş, şaşkınlıkla beni izlediğini gördüm. gülümsedim. panikle başını öteki tarafa çevirdi. inmek için ayağa kalktım. tren sert bir şekilde durdu. öne doğru savrulurken sağımdaki demirden tutundum. genç bir kız tutunamadı. önündeki adama çarptı. kız mahçup şekilde özür diledi. demirel şapkalı yaşlı adam, müşfik bir sesle “olur olur kızım. sorun değil” dedi. otomatik kapı tıslayarak iki yana açıldı. herkes büyük bir saygıyla bu müşfik amcaya yol verdi. peşinden biz indik. hayat bir anlığına da olsa bayram oldu.
...


merdivenlerin çıkışında, metronun bana hep sevimli gelen loş ve serin karanlığında game of trones müziği dinleyerek ve kafamda onlarca düşüncenin akmasına izin vererek, yanımdan ışık hızıyla geçen cumartesi insanlarının aksine, ağır adımlarla ilerledim. resmi bir törendeydim sanki. sağımda ve solumda ışıklı reklam tabelaları. sonunun nereye çıktığını bildiğim ama bilmezmiş gibi yaptığım o kıvrımlı, parlak parke taşlı yol. havada asılı duran ve bana nedense hep denizi hatırlatan o rutubet kokusu. o yol işte, o kısacık mesafe. ben diyeyim iki yüz metre sen de üç yüz metre. her yürüdüğümde bana üç asır yürümüş gibi hissettiren, mutluluk yolum oluyordu. ki kulağımdaki müzik tizlerin ve basların zirvesine çıktığında. lal oluyordum. anlatamıyordum. yazmaya zaten alfabe bulamıyordum. o yolda yürürken kendimden geçiyordum. içimde garip bir mutluluk ve huzur peyda oluyordu. bugün diyorum; öğleyi çeyrek geçe yine o yolda yürüdüm. ve seni düşündüm. keşke dedim bir gün..
..
metro istasyonlarının en çok nesini seviyorum biliyor musun?  nereden bileceksin. hiç anlatmadım ki. istasyonların diyorum; bilinmezliğini, belli bir ahenk içinde gözükmesine karşın içinde barındırdığı kendine has o karmaşıklığını, küflü havasını da evet. seviyorum. az önce yine çok sevdim.
son durakta inmek için iki kez karar verip bu kararımı üçüncü kez bozduğumda elimde sebahattin ali kitabı, can havliyle kapanmakta olan kapıya atıldım. bunu niye yaptım bilemiyorum. orhan veli şiirindeki gibi birdenbire oldu her şey. beynime ne hükmetti o an inan hiç bilmiyorum. belki kulağımdaki müzik, belki bir koku, belki bir çocuk sesi. belki...belki... neticede etrafımdaki cumartesi kalabalığının "meczupmu ki bu" bakışlarına aldırmadan, otomatik kapıya hafif posta, biraz da omuz koyaraktan ve koşar adım attım kendimi dışarı. sebep ve niyet neydi tam olarak bilemiyorum ama akıbet aynen anlattığım gibi oldu. aynı temaşayı metroya binerken de yaşadığımı ve ışıklı tabelada metroya bir dakika yazısını gördüğüm an koşmaya başladığımı söylesem. evet bence de pek anlaşılır bir yanı yok. lakin işte bu telaşlı ve sakin kafayla düşününce son derece gereksiz fevri hareketlerimin elbet bir değil binlerce sebebi var. fakat şimdi tek tek onları sıralayacak değilim.
metro istasyonlarını sevdiğimi söylemiştim.
yüzlerce basamağı ki bazısını makina yardımıyla bazısını ayak yordamıyla çıktığım onlarca merdivenden sonra ulaştığım son düzlükteki o kaybolmuşluk hissini seviyorum daha çok. birden çok seçenekli çıkış yönlerinden hangisinin sizi gideceğiniz yerin en yakınına çıkaracağını isviçreli bilim adamları gibi olmasa da çok zor bir fizik problemini çözmeye çalışan öğrenci ergenliğinde hesaplamak, meydanın tam ortasında durup derin bir nefes alıp tüm çıkışlara tek tek bakmak. yazıları bir kez daha okumak. kırmızı mı yoksa mavi kabloyu mu çekmesi gerektiğini düşünen bomba imha uzmanı titizliğinde ve hatta biraz daha abartırsak sophie'nin seçimi çaresizliğinde ve küçük emrah bakışlarıyla kilitlendiğin herhangi bir çıkışa emin adımlarla yürümekten bahsediyorum. bu kaybolmuşluk, bu bilip de bilmemezlik, bu umursamazlık, merak ve manasız endişe halleri ki; ışığa vardığında ‘lan ben nereye geldim’ şaşkınlığı ve beyninin o an ki bulanıklığı,  birbirine benzeyen yollar, kavşaklar, duraklar sonra. en güzeli de a noktasına gittiğini zannederken aslında ş noktasına gittiğini k noktasında anlaman diyorum.
çok hoş.
bu sarhoşluk.
.
.