“selamün aleyküm, hayırlı işler” dedim dükkanına adım atar atmaz. gazete okuyordu. spor sayfasıydı sanırım. dikkat etmedim. başındaki griye çalan kır saçlarıyla tezat oluşturan siyah, kalın çerçeveli gözlüklerinin üzerinden deniz mavisi gözleriyle şöyle bir baktı bana doğru. bell ki, gençliğinde çok canlar yakmıştı. ama şimdi geleneksel türk esnafı sıcaklık ve hatta ölçüsü kaçmış ilgisinin kırıntısı yoktu davranışlarında. mutsuzlukla yorgunluk arası donuk bir ifadesi vardı. sanki dünyaya küsmüş de herkes onu anlasın istiyordu. “buyrun” dediğini zor işittim. mümkün olsa hiç konuşmadan işini yapacaktı diğer geveze meslekdaşlarının aksine. hatta nefes almayı istemez bir kırgınlık vardı gözlerinde. nasıl yapalım diye sormadı. sadece ben konuştum. “enseyi düzeltelim. biraz da favorileri.”
aynasından anlaştık. başını anladım der gibi hafifçe öne eğdi. sessizce çekmecesini açtı. tarak ve makasını aldı. yine açık olan ceviz kaplama çekmeceyi sanki canı varmış gibi nazikçe kapadı. aynı sessizlik ve çıldırtan sakinlikte işini yapmaya koyuldu. işi bitene kadar hiç konuşmadı. bitince de yine zor duyulur bir tonda sadece “sıhhatler olsun” dedi. borcumu ödeyip çıkarken gözünde uzun zamandır görmediği bir tanıdığı görmenin sevincine benzer bir ışıltı oldu. ama hemen söndü. bir şey diyecek gibi oldu. vazgeçti. hayırlı işler olsun deyip çıktım. arkamdan bir şey söyledi mi bilmiyorum.
.