müteahhitsel dönüşüme gitmeyip bir direniş abidesi gibi mahallenin ortasında duran tek müstakil evin balkonundan annemin bahçesine bakıyorum. körpe fideler bir kaç hafta sonra olgun birer kıvırcık ve lahana olmak için apartman köşelerinden sızan güneş ışığını içmeye çalışıyorlar. çok uzun olmasa da onların da bir hayat yolculukları var. serin esen rüzgara karşı direnme çabaları var. her şeyden öte hayata karşı bir duruşları var. elbette ilk günkü gibi olmuyor hiç bir şey. yolculuğun çetin geçtiği zamanlar olduğu gibi kolaylaştığı vakitleri de oluyor. ‘doğumdan ölüme’ kadar geçen yolculuğun her gün, her saat, her dakika ve her anında farklı bir tecrübe yaşanıyor aslında. pes edenler yok oluyorlar. mücadele edenler ise eninde sonunda mükafatlarını alıyorlar.
.
bir futbolcu kardeşimiz; “hayat, geriye doğru anlaşılır.
ileriye doğru yaşanır.” diyordu geçmişindeki bir olay yüzünden tepkiler
eşliğinde beşiktaş’a transfer olurken.
sanırım son beş yıldır (bu yazımla altı) benim de burada doğum
günlerinde bir şeyler karalıyor olmamım nedeni; geçmişimi anlayıp ileriye
bakabilme umudumu pekiştirmek.
sanırım.
yoksa ve zira bu doğum günü aktivitelerinin hepsini sorgusuz
sualsiz, yargısız bir infazla mutlak butlan ilan edip görmezden geliyordum altı
sene öncesine kadar. kaçabildiğim kadar uzaklara kaçıyordum doğum günlerinde.
elbet düşünsel anlamda. fiziksel olarak da denedim. pek muvaffak olamadım. ama
kanıksadılar etrafımdakiler. abartmadan, olduğu gibi, olduğu kadar kutlandık.
onların yanımda, yöremde olduğunu bilmek zaten mutlu ediyor beni.
ve işte tam bu satırları yazarken yanımda telefonuyla oynayan
küçük ablam; “senin facebookun kapalı mı doğum günü mesajın gelmedi?” diye
sırıttı. özellikle kapattığımı söyledim. annem duydu sohbetimizi ve mutfaktan
şimdi o bağırıyor; “yaş gününmüş. bugün çocuklar da gelecek. gidin
pasta alın gelin” diyor.
“alırım anne” diyorum.
herkesi mutlu etmek lazım
sonuçta. büyük ablam da sabahın yedisinde aradı ankara’dan. eskisi gibi
direnmiyorum. geldiği gibi karşılamaya çalışıyorum hayatı ve mütemmim
cüzlerini. novak djokoviç hırs ve hırçınlığından çok roger federer sakinliği
var artık üzerimde. kaybetsem bile.
.
sabah herkes uyurken şöyle bir baktım arşivime. son beş yıldır mutlaka yazmışım
bugünde.
ama niye?
oysa teknolojiye karşı tüm hatlarıyla cephe savaşı veren, hala
işlerini bilgisayar ve türevleri yerine kağıt, kalem ve kafasındaki bir takım
parametrelerle çözmeye çalışan “eski kafa müdürler” gibi doğum günümlerimin her
türlü aktivetisine set koymuştum yıllardır. sonra işte yaş aldıkça, yaşlandıkça
gereksiz bir enerji israfına dönüştüğünü farkettim sanırım.
bu nedenle işte sabah yine yazmak istedim. fakat yazamadım önce
hiç bir şey. bıraktım her şeyi. çayımı alıp pencerenin kenarına iliştim. işte o
an, geçen hafta geldiğimde kupkuru toprak olan bahçede ekili olan sebzeleri
gördüm. çayımı onlara doğru kaldırarak “bugün benim doğum günüm” dedim.
.