hasta siempre - 6 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

hasta siempre - 6


yine hastane yollarındayım. bu kez cumartesi ve diş hastanesindeyim. ve yine çok erken geldim. hastane dediysem daha ziyade klinik. üç doktorun çalıştığı. bir tanesi arkadaşım. kendimi ve dişlerimi ondan başkasına emanet etmiyorum yıllardır. biraz deli dolu. hatta çılgın bir dişçi. ama çok eğlencelidir. tek sevmediğim yanı girişteki galoş giyme zorunluluğu. o da olmasa her şey çok daha kolay olacak benim için. gıy gıy ses çıkaran o aletin sesine bile fazladan katlanabilirim. ama o galoş giyme töreni pazartesi sabahları okuldaki merasim gibi çekilmez geliyor bana. sol ayağımı sağ dizimin üstüne atıp rahatlıkla takabiliyorum ama. sağ ayağım viktor. futbol oynarken de pek işe yaramıyor. spikerlerin deyimiyle yürümek için kullanıyorum daha çok. işte o sağ ayağımı solu yaptığım gibi sağ dizime atıp galoşu giyemiyorum. öyle olunca iki büklüm aşağıda boğuşuyorum. genelde de ilk seferde takamıyorum. en az iki galoş israf ediyorum. “galoşların parasını senden alacağım” diye takılıyor arkadaşım. “üç mislini vereyim takmayayım” diyorum. kaşlarını kaldırıyor. ve koltuğa oturur oturmaz “ağzını büyük aç” diyor. ağzımı açıp gözümü yumuyorum. çünkü o aletin çıkardığı sese ifrit oluyorum. çılgın arkadaşım çok üretken. bir yandan dolgu öte yandan espri yapıyor. uyuşuk yanağım ve ağzımda bir sürü teçhizatla gülüyorum. eli hem hafif hem de çabuk. sağ salim kalkıyorum koltuğumdan.
 “karnım aç olm. ne vakit yemek yiyebilirim?.”
“istediğin zaman. ama uyuşmanın geçmesini bekle istersen. yoksa yanağını yiyebilirsin” diyor sırıtarak.
..
şimdi piraye kafe’deyim. fotoğraf oradan. bu güzel hava ve cumartesiye rağmen beklediğimden daha sakin. sigaralı bölüm görece daha kalabalık. aşağı bahçede dört masa kahvaltı kelebeği gırgır şamata halindeler. deprem olsa kaçmazlar. üst tarafta hariciyeden emekli memduh bey fıtratında bembeyaz saçlarını geriye taramış, laci takım elbiseli, tonton bir amca. gazete okuyor. hemen arkasında emekli edebiyat öğretmeni nesrin hanım tadında, saçlarını arkada topuz yapmış bir kadın günlük tutuyor. ya da hikaye-roman yazıyor kocaman bir deftere başını kaldırmadan. arada sadece sigarasının külünü savuruyor. kahvesinden bir yudum alıp yeniden yazıyor. yazıyor. devamlı yazıyor. ben sigarasız bölümdeyim anneme söz verdiğimden, babam öldüğünden beri. bu yarı açık, yarı kapalı bölmede üç adam oturuyor. içeride, yanda ise ders var. kulağıma çalınan bir iki kelimeye bakarsak yazarlık atölyesi muhtemelen. eskiden bu bölümün duvarında nazım şiirleri ve fotoğrafları vardı. ne güzeldi. şimdi niye yok acaba? 
..
arkamda üç tane tarihçi. erzurum’un tarihini konuşuyorlar sanki. 60-65 yaş aralığında. belki en çok konuşanı ve yaşlı görüneni yetmiş yıllık. ama hepsi çok şekerler. birbirlerinin sözünü asla kesmiyorlar. sakinler. sanki damıtılmış, özümsenmiş bir hayatın keyfini tane tane kurdukları tertemiz, saf türkçe cümlelerde sürüyorlar. nene hatun diyorlar. erzurum kalesi’nden, oltu taşından bahsediyorlar. bir kağnı fotoğrafından bahsediyor aralarından biri sonra. internet sitesinde var dediklerine göre teknolojiden de uzak değiller. ben çok sevdiğim bir filmi izler gibi onlara bakarken garson tornistan yaptı yanıma.
 “bir isteğin var mı abi?”
neden bilmem, sağ yanağımı işaret ettim.
“dişim uyuşuk. sonra alacağım” dedim.
 ‘peki efendim’ dercesine başını öğe eğerek usul usul uzaklaştı garson. peşinden telefonum çaldı. aynı anda ev sahibemin whatsapp mesajı düştü ekranıma. iki gün önceki mesajıma yeni cevap veriyordu.
 “bu seneki zammı tüfe’den yapalım mithad bey olur mu?”
dişlerimi sıktım. canım yandı. yanağımın acıdığını hissettim. uyuşukluk geçmişti. garsonu çağırdım. siparişimi verdim.
ev sahibine “olur” dedim.
..