haziran notları - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

haziran notları

bir haziran:
onunla ne zaman tanıştığımı anımsamıyorum. ama nerden baksan bir on senesi var. eli hünerli, kalbi temiz, çalışkan bir orta anadolu çocuğu. o üç kez dükkan, ben iki kez ev ve semt değiştirdim. bırakmadım. ona gitmeye devam ettim. işin aslı mekanım değişince berberim de değişirdi hep. altan bunun tek istisnası oldu. hepimiz gibi onun da sıkıntıları, başetmekte zorlandıkları oldu. ama umudunu, yüzündeki tebessümünü eksik etmedi hiç. ondaki iş disiplinini, çalışma azmini ve hayata sarılma biçimini görünce barış manço’nun ahmet bey’i gelir aklıma hep. meslekdaşları 10’da 11’de dükkan açarken o müşteri olsun ya da olmasın, hafta içi yahut hafta sonu demeden “ya nasip” diyerek hep 07:00’de açar dükkanı. işte bu sabah yine erkenden altan’a gittim. bayram tıraşı bahaneydi. muhabbet şahaneydi. her zamanki gibi güleryüzlüydü. samimiydi. eline mahirdi. ve her tıraşta olduğu gibi yine önce beşiktaş’ı sonra memleketi kurtardık. aslında kurtardığımız kendimizdi! keşke herkesin bir altan’ı olsa.
..
iki haziran:
nilüfer’in bir şarkısı var hani; haziran vakti. “bitmezki bu dünyanın derdi
biz kavuşalım bir hele” dediği.
şimdi işte; güneşsiz, ağır rutubetli pazar sabahı bir tutam rüzgarın yolunu gözlediğim gibi bekliyorum. biliyorum imkansız, vladamir ve estragon’un bekleyişleri gibi biraz. ama yine de; çıkıp gelsen diyorum ya bir haziran vakti.
.
bu sabah martıların derdi ne bilmiyorum. yarım saattir nara atarak dolaşıyorlar binanın etrafında. kim bilir belki de havada tomurcuklanan nem onlara da dayanılmaz kılıyordur hayatı? yeşilin her geçen gün azalıp grinin galebe çaldığı bu öksüz şehirde kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlarını gideremedikleri için böyle belki de. bilemiyorum müjgan. bilemiyorum, söyledim ben zaten hiç bir şey bilmiyorum. gözlerinden başka!
.
egm mesaj atmış sabaha karşı. emniyet kemeri hayat kurtarır mealinde. takside, kısa mesafede bile takıyorum. hem yol’suzum hem istanbul kalabalığından kaçıp bodrum’un kalabalığına sığışmak bana göre değil dedim. aynen böyle yazdım. on saniye sonra gülen surat ifadesi düştü ekranıma. sonra uyandım, balkona çıktım. biraz rüzgar esse, biraz yağmur yağsa rahatlayacak ama. esmiyor. yağmıyor. haziran vakti aniden çıkıp gelsen oysa.. ne güzel olur. ne güzel..
..

üç haziran:
metronun serinleten karanlığına inen üç kişiyiz yürüyen merdivenlerde. en önde kırklı yaşlarda, kır saçlı, mavi gömlekli, hafif kamburca bir adam. sağ eli merdivenin tutamağında ama aklı sanki kilometrelerce uzakta. kır saçlının hemen ardında, ortamızda, siyahlar giymiş genç bir kadın. kısa kumral saçları, beyaz kulaklıkları, kırmızı çantasıyla, dimdik durmuş, kendini otomasyonun insiyatifine bırakmış, merdivenin götürdüğü yere gidiyor. 
biraz sonra, üçümüz de sarı çizginin gerisinde, diğer insanlarla birlikte sanki boşalan istanbul’un artıkları gibi duruyoruz. ama bizim dönüşümüz değil asıl dönmemek üzere gidişimiz muhteşem olacak der gibi bakıyoruz dünyaya. insanlara. metronun siyah beyaz saatine.  elbet bir gün diyoruz içimizden.
elbet bir gün.