29. mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

29. mektup

istanbul’un boşalmış hali buysa’ diye başlayan cümle kurmak istemiyorum artık sevgilim. şayet mümkünse ve en kısa zamanda, en sakin, en ücra sahil kasabasına ışınlanmak istiyorum. birlikte elbet..
.
oysa dün akşamki sevgili ve sayın sarı taksiciye kalsa son yirmi beş yılın en sakin arefesi ve bayramıymış. istanbul çok boşalmışmış. hangi istanbul dedim ama dinleyen kim? 
bir konuşkan, bir susmak bilmez. hükümetten girip caretta carettalardan çıktı hazret. pes dedim ineceğim yerden bir kilometre evvel indim. 
.
bu sabah da sakin olur diye erkenden indim deniz kenarına. sakindi. lakin saatler ilerledikçe sakinlik bir tedirgenliğe bıraktı yerini. ama yeri gelmişken bilim insanlarına yalvarıyorum buradan; eli kapıya sıkışmış gibi mütemadiyen zırlayan çocuklar için bir şey geliştirin artık. olmuyorsa da bir aşı, bir toz serpin üzerimize toptan yok olalım. bu ne ya allahaşkına. 
tamam günahtır belki söylemesi ama insan olan yerden kaçıyorum artık. çocukları ayrı zırlar, anaları babaları ayrı teraneden bağır çağır konuşurlar. kararımı verdim karada ve istanbul’da hayat yok artık leyla. şayet sana da uyarsa ve şu bizim ışınlanma olayı da olmayacaksa hani; nohut oda, bakla sofa bir tekne ile ancak denizde hayat mümkün görünüyor. bırakalım istanbul’da, tapındıkları koltukları da, çirkin binaları da, tabakhane koşturmaları da onların olsun. 
şöyle küçücük, mütevazı ama büyük sevdamızı taşıyacak sağlamlıkta bir tekne diyorum. sonrası zaten uçsuz bucaksız bir mavi. uçsuz bucaksız sevda. uçsuz bucaksız..
.
hani 13 gün mektuplarında eşi zuhal’e diyordu ya cemal süreya; “her yerden yazıyorum sana. gerekirse nikaragua’dan, kongo’dan, çin’den de yazarım.” 
pek çok yerden yazıyorum ben de. ama en çok balkondan yazmayı seviyorum sana. ha gerekirse çin’den de, prag’dan da, endülüs’ten de yazarım. o ayrı.
.
.