metronom - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

metronom


dörtlü vagonu pas geçtim. henüz perona gelen trene hareketlenmedim. sekizli vagonun kırmızı sınır çizgilerinde bekledim. o sırada trenin vatmanıyla göz göze geldik. “hayırdır birader, niye binmiyorsun?” der gibi baktı. 
bi’arkadaşı bekliyorum” bakışıyla cevap verdim. halbuki yalan! sekizliyi bekliyordum her zamanki gibi.


.
beş dakika sonra geldi sekizli. bunun vatmanıyla göz göze gelemedik. uyuyordu çünkü. sağ avucunu, sağ yanağına dayamış kısık gözlerle karanlık boşluğa bakıyordu. duracağı yeri de ayarlayamadı, on metre kadar peronu geçti. diğerlerinin aksine geri gelmedi. kimse de umursamadı benden başka. 
.
en ön vagonun bomboş koltuklarında üç kişiydik biz; karşımda, sağ eli mavi kotunun cebinde, yumruk yaptığı sol eli sol şakağında uyuyan, kirli sakallı, temiz yüzlü kumral bir genç adam, 
adamın oturduğu sıranın diğer ucunda, telefonundaki fotoğraflara dikkatle bakan,  siyah deri montlu, kleopatra saçlı esmer bir kadın. ve tam karşılarında ben suphi!
üç kişiydik koca vagonda.
.
 “huzurevi” dedi mekanik sesli abla. bir tuhaf oldum nazan öncel böyle konuşma ağlatacaksın derken aynı anda. anılarım üşüştü aklıma. huzurevi en sevdiğim durak. çünkü her yeri senle dolu. hala senli mi bak onu bilmiyorum. ama oradan geçmiş olduğunu bilmek hala güzel.
.
inmeye yakın melisa kesmez’in domates tohumları hikayesini okudum. şimdi bize yedirdikleri ve adına domates dedikleri kırmızı şeylerde duyamadığım domates kokusunu hissettim hikayenin bir yerinde.
.
babam geldi aklıma. uçak hariç bütün araçlara binmiştik beraber. yaşasaydı kesin metrobüs ve metroya da binerdik. ben en çok vapuru sevmiştim. sanırım o treni seviyordu.
.
gelecek istasyon pendik dedi sonra mekanik ses. sanırım kafiye durumdan orhan veli şiirine düştüm bu kez. gemlik’e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma diyordu ya şair. istasyon çıkışı denizi gördüm. sevindim.
.