şırıl şırıl pazartesi. göle dönen sokaklar. eve dönme telaşındaki insancıklar. vasıta bulan şanslı.-bulamayan nimet abla'da- minibüsün içi-dışı aynı. renksiz, kokusuz ve soğuk. arkada mırıldanan iki arkadaş. başka konuşan yok. başka insan da yok. bir ben. bir önümdeki şoför. ak saçlı. kırmızı kazaklı. ötekiler gibi sigara içmiyor. ama sol camı açık. sağ cam da. üşüyoruz reis diyemiyoruz. basiretimiz kördüğüm. minibüs ıslak. hayat kaygan. düşünceler hareketsiz. otomatik kapı yılan. her tıssss edişinde bacaklarımdan ruhuma bir serinlik. sonra ellerim. nihayet hayallerim. ama ve neyse ki vaya con dios. neyse ki sevgili dani var. sekiz şarkılık kuytusu çok iyi. en az mercimek çorbası kadar. biraz biraz ısınıyoruz. metroya gidenler. elinde poşetle binenler. müsait bir yerde inenler. camlar şimdi hohlasan kalp çizilecek kıvamda. resmim fena. o yüzden ve sadece bjk yazıyorum işaret parmağımla. ardından bir öğrenci uzatıyorum. olağan şüpheli sıfatımla
ben değilim arkadaki delikanlı diyorum. ters bakan ak saçlı “
ha oldu o zaman” gibi bir şeyler geveliyor. sileceklerinin hoyrat sesi yağmura karışıyor. sonra sonra kana. trafik ağır yaralı. kan kırmızı stop lambaları. hastalıklı virüs gibiler ve her geçen saniye çoğalıyorlar. bana sorarsan marquez’in pazartesinden rol çalıyorlar. çünkü yeşil çok az. mavi hiç yok.
ahh mavi. ahh edip..
bir akşamüstünü düşünmek
bir akşamüstünü düşünmekten başka nedir ki?