nane limon kabuğu - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

nane limon kabuğu

bugün, gün boyu. nane limon ıhlamur içtim. barış abi’yi mırıldandım. pencereden süzülen su damlalarının koreografisini izledim. bazı terledim. bazı üşüdüm. şarkının sözlerini unuttum. google'a bakmaya üşendim. içine hatmi çiçeği. biraz tere otu katasın aman..
keşke dedim evde olsaydım. yahut kadıköy’ün herhangi bir cafesinde. yağmuru daha keyifle izlerdim. hem nane limon yerine o zaman çay içerdim. biraz önümdeki kitabı okur, biraz dışarıdaki insanları yazardım. ama.. ama işte...
işyerinde çünkü ne kadar aylaklık yaparsan yap çalışmak zorunda kalıyorsun. istesen de istemesen de. ama ve yine sen biliyorsun çalışmakla ilgili bir meselem yok benim. derdim mecburiyetler. üç kuruşa tamah etmeler. bugün git yarın geller. istediğin yaşamdan başlayamamalar falan..
.


içerideki müziğin sesi dışarıdaki yağmura katık oldu hep. pencereden süzülen damlalar pişmanlıklarım gibiydi. şarkılar mıydı beni bu kadar hüzünlendiren yoksa yağmur muydu? bazen bazı soruların cevabı verilemiyor..
keşke dedim sen olsaydın şimdi. keşke böyle bir yağmurda sürseydik arabımızı uzun bir bilinmezliğe. ama.. ama işte..
hayatta çünkü bir şeyi ne kadar çok istersen o kadar olmuyor bilinenin aksine. çırpındıkça daha çok batıyorsun derinlere. hem bak ne diyor şair ; çırpınıp duruyorum dört duvarında kendimin.*
oysa çırpınmamalı. yürümeli. eğip başı yürümeli. asla ve kat’a geriye bakmadan..
.
yağmur şiddetini artırıp camı kapatmak zorunda kaldığımda rahmetli babamı aradılar benim telefonumdan. ne diyeceğimi bilemedim. uzun süren sessizliği safinaz hanım bozdu. 
bir tane daha içersiniz değil mi?” dedi. 
hayır diyemedim. hattın öteki ucunda kızcağız kim bilir ne söyleyip de meşgulün elli tonuna bağladı telefonu. bilemiyorum.
bildiğim; gün boyu nane limon içip yağmuru dinledim. kuşları bekledim. lakin hava muhalefetinden olsa gerek gelmediler. zaten kimi özlediysem şu hayatta, gelmedi.
sen gelmedin.
babam gelmedi.
kuşları zaten biliyorsun işte...