aklımdan bir gökdelen tutsam geçer mi? - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

aklımdan bir gökdelen tutsam geçer mi?


aslında her pazar olurdu. ama bu pazar başka. daha büyük. hem tarifi hem sindirmesi zor. sebepsiz bir sıkıntı. her zamankinin aksine öküz değil. bir fil oturdu göğsüme bu defa. ne yapsam gitmedi sabah beri. üşenmedi, semtin parkına geldi benimle bu yapış yapış istanbul sıcağında. belki gözü kesmez diyerek oradan ilk gelen tıklım tıkış dolmuşa bindim. para üstü aldım. para üstü verdim. müsait bir yerde, deniz kenarına indim. oraya da geldi şerefsiz. sahilde benimle birlikte denizi ve adaları izledi uzun uzun. uzaktaki gemilere el bile salladı. "o gemi bir gün gelecek" dedi içinden. çay içip martılara simit verdi. gelip geçen insanlar hakkında saçma sapan hikayeler uydurdu. ben sıkıldım. o sıkılmadı. -tabi onun işi bu zaten. niye sıkılsın!- 


amaçsızca yürümeye başladım. bir yandan başıboş adımlarla yürüyor öte yandan insanlara bakıyordum. insanlar. güzel insanlar. tutkuyla yiyorlar, iştahla okuyorlar, keyifle tüttürüyorlardı sigaralarını. bir süre öncesine kadar ben de onlar gibiydim. ama şimdi... 
hiç olmazsa o eski güzel günlerimi hatırlatacak bir şeyler aradım kalabalık kadıköy sokaklarında. bahariye'yi gidip geldim iki defa. yoruldum. nazım hikmet'te oturup çay sigara eşliğinde bir şeyler okumaya çalıştım. olmadı. sakız gülü sokağını inip çıktım. rexx sinemasında gelecek programa baktım. balık pazarını turladım. sahaflara girdim, çıktım. yine olmadı. bulamadım. değil tanıdık bir his yakalamak duyduğum, gördüğüm her şey, herkes yabancı geliyordu.



yine de dönüş yolunu bilerek uzattım. hiç bilmediğim, hiç gitmediğim sokaklardan yürüdüm. hep kaçındığım kalabalıklara bir kez daha karıştım. hatta seferberlik varmış gibi alışveriş yapılan marketlerden birine girip alışveriş bile yaptım. belki bu karışıklıkta içimdeki sıkıntı, göğsümdeki fil kaybolur dedim. olmadı. sonra bir bebeğin mavi gözlerinde, ekmeğinin peşindeki esnafın babacanlığında umudu aradım. bulamadım. mecbur eve döndüm. o da benimle döndü. akşam yemeğini haberlere bakarak birlikte yedik. 
balkonda oturuyorum şimdi. güneş gitti. o gitmedi. ilgilenmemeye çalışıyorum artık. karışık müzik dinliyorum. arada şiddetlenen rüzgarın ya beni ya da göğsümdeki fili alıp götürmesini temenni ediyordum ki fatih geldi aklıma. belki esen rüzgar. belki kulağımdaki melodi buna sebep. bilemiyorum. ama iyi ki geldi. fatih. ilkokul arkadaşım. onunla oynadığımız bir oyun vardı. ne vakit canımız sıkılsa vadi gibi bir boşluğun tepesine dikilmiş okulumuzun ucuna giderek vadinin diğer ucundaki gece konmuş rengarenk evlere bakardık. ve sonra aklımızdan bir sayı tutar gibi birimiz onlarca ev arasından birini tutup rengi ve şekliyle ilgili kimi ipuçları verir, diğerimiz de hangi evi tuttuğumuzu bulmaya çalışırdı. oyun bittiğinde bizi üzen, dertlendiren sıkıntıyı unutmuş olurduk her seferinde. şimdi diyorum ben de şu karşımda sıralanan irili ufaklı gökdelenlerden birini tutsam acaba içimdeki sıkıntı geçer mi?
.
adriano celentano - i passi che facciamo