26. mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

26. mektup

zarifoğlu okuyorum. yine. balkondayım. “babamdan mektup aldım eylül yirmi bir tarihli” diyor. allah var. yalan yok şimdi. kıskanıyorum onları. çünkü ben hiç mektup almadım babamdan. onca zaman ve bir kaç kez (askerlik, üniversite tahsili vs.) uzak kalmama rağmen mektup da yazmadım. belki de mektup hevesimin bu denli yüksek olmasının, sana bu kadar çok yazmamın sebebi budur. kim bilir? inan ben bilmiyorum sevgilim. bildiğim özledikçe yazıyorum. yazdıkça daha çok özlüyorum. özledikçe geri gelmeyecek olanın hüznü doluyor ciğerlerime. hüzünlendikçe şarkıların kuytusuna sığınıyorum. lakin geçmiyor. ne hüznüm. ne de özlemim. unut diyor doktor. ama ben unutmak istemiyorum. dört gün sonra mesela. ölüm yıl dönümü babamın. ne yapacağımı bilmiyorum. her geçen yıl daha fazla özlemekten başka. hem nasıl unutabilirim ki? en ufak bir şey. dinlediğim şarkı. nerden geldiği belli olmayan serseri bir koku. rüzgarın esiş şekli. yahut yalnız bir kuşun süzülüşü. hep ondan bir iz taşıyor. ankara mesela. cem adrian ciğerlerimi dağlıyor. kar yağmış yollara diyor. örtülmüş izler. ıssız ankara diyor şimdi. bursa. izmir. samsun. eskişehir. gaziantep. malatya. kırklareli. hepsine gittik beraber de ankara’ya hiç gitmedik. oysa hastalanmadan bir, ölmeden sekiz ay önce demişti. “ankara’ya gideriz değil mi? başşehire.”

 “gideriz tabi.” dedim.

gidemedik. 
ondan sonra da hiç gitmedim başşehire.


ankara’ya gidesim var. trenle. ama şimdi yerimden kımıldayasım yok. bugün hiç dışarı çıkmadım. bakkala bile gitmedim. kahvaltıyı elde kalanlarla yaptım. öğleyi dışarıdan söyledim. fiko aradı az önce buluşalım diye. işim var diye yalan uydurdum. oturdum. çay demledim. ama aceleye getirmedim bu sefer. babam gibi demledim. kaynayan suyla doğrudan haşlamadım çayı. hafif ıslatıp tozunu toprağını süzdükten sonra demledim. kaynar suyu yine demliğin dibinden değil de çok yukarıdan doldurdum.
şimdi.
zarifoğlu okuyorum. babamı özlüyorum.
.
istanbul, 4 ağustos.